Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

KAYIP KALELER

 

Don Kazaklarının 20 Temmuz 1624 günü Boğaziçi’ne girip Yeniköy ve Sarıyer yerleşmelerine saldırması sonrası Sultan IV. Murad (1623-40) Boğaz girişinin kalelerle tahkim edilmesine karar verir. Bir dönem Bağdatçık ve Revançık olarak da isimlendirilen bu kaleleri Evliya Çelebi Rumeli ve Anadolu Kilid-ül Bahir’leri (deniz kilitleri) olarak belirtir ve iki kalenin, deniz kıyısında dört köşe sağlam yapılar olduğunu yazar...

 

İstanbul’un fethi tamamlandıktan sonra gerek Güzelcehisar gerekse Rumelihisarı askeri açıdan önemini kaybeder. Karadeniz artık bir Türk gölü haline gelmiştir; kuzeyden deniz yolu ile şehre yönelik bir tehdit oluşması söz konusu değildir. 16. yüzyılın sonlarına doğru Rusya steplerine ateşli silahların gelişi bu bölgedeki Türk-Moğol asıllı atlı göçebelerin yüzyıllarca süren hakimiyetini tehdit etmeye başlar. Ateşli silahlarla donanmış Kazak grupları Tatar boyları karşısında üstünlük kurmayı başarırlar. Ancak gerek ateşli silahlar gerekse barutun temini için Kazak grupları büyük oranda Leh ve Rus hükümetlerine bağımlı olmak mecburiyetinde kalırlar. Bu bağımlılığın bir sonucu olarak özellikle Dinyeper nehri üzerine yerleşik Zaporog Kazakları ile Don Kazakları ilişkili oldukları devletler tarafından Osmanlılara karşı kullanılmaya başlanırlar. Bunun sonucu olarak 17. yüzyıl başlarında küçük, hızlı ve “şayka” adı verilen tekneleri ile Karadeniz çevresindeki yerleşmeleri tehdit ederler.

 

KAZAKLARIN SALDIRISI

 

1614 yılı Ağustos ayı içinde bir grup Kazak, Karadeniz’in en zengin ve mamur limanlarından biri olan ve Naima tarafından “Medînet-ül uşşâk” yani Aşıklar Şehri olarak adlandırılan Sinoplimanını basarak yağmalarlar; şehir büyük oranda yanar. Geriye dönen Kazakları Karadeniz muhafızı İbrahim Paşa Kırım’da yakalayarak yok eder. Ancak on yıl kadar sonra Karadeniz donanmasının Kırım’da bulunmasından faydalanan Don Kazakları, sayıları yüzü aşan şaykaları ile 20 Temmuz 1624 günü Boğaziçi’ne girip Yeniköy ve Sarıyer yerleşmelerini yağmalarlar. İstanbul’da yaşayanlar arasında büyük bir hayret uyandıran bu saldırı sonucu şehirde bulunan Lehistan vatandaşları sıkıntılı günler geçirir. Bu saldırı artık Karadeniz’in tam anlamıyla güvenli olmadığını göstermektedir. Kısa süre için Sultan IV. Murad (1623-40) Boğaz girişinin kalelerle tahkim edilmesine karar verir.

 

Daha sonraları bir dönem Bağdatçık ve Revançık olarak da isimlendirilen bu kaleleri EvliyaÇelebi Rumeli ve Anadolu Kilid-ül Bahir’leri (deniz kilitleri) olarak belirterek bu iki kalenin, deniz kıyısında dört köşe sağlam yapılar olduğunu yazar. Rumeli Kalesi’nde altmış ev, bir cami ve iki buğday ambarı ile yüz adet top, Anadolu Kalesi’nde ise seksen kadar asker odası, bir cami ve iki ambar ile yüz adet top bulunmaktadır. Bu kaleden günümüze herhangi bir iz kalmaz, hatta bu kalelerin bulunduğu yerler hakkında bile çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bize göre Rumeli Kilid-ül Bahir’i günümüz Rumelikavağı yerleşmesinin deniz kıyısında vapur iskelesinin hemen yanında yer alan eski kışlanın bulunduğu yerde olmalıdır. Anadolu Kilid-ül Bahir’i ise Yoros Kalesi’nin denize doğru indiği burnun üzerinde daha sonraları Anadolukavağı kalesi veya tabyası olarak anılacak olup ve günümüzde İstanbul Boğaz Komutanlığı arazisi içinde bulunmaktaydı.

 

Güzelcehisar ve Rumelihisarı’ndan sonra Boğaziçi’ne yapılan bu iki kale ile Boğaziçi’nin güvenliğinin artırılmasına çalışılmışsa da bu tedbirler yeterli olmamış ve Rusya’nın Karadeniz’de güçlenmesi oranında yeni kale ve tabyaların yapılması gündeme gelmiştir. Bu bölgede Osmanlı hakimiyeti öncesi yapılan ve Yoros Kalesi’nin karşı kıyısında yer alan ve günümüzde hemen hiç hatırlanmayan bir kalenin daha bulunduğunu hatırlatmak isterim. Rumelikavağı yerleşmesinin üzerindeki tepede yer alan ve İmros Kalesi adıyla anılan bu kale, Moltke’nin 1836-37 tarihinde hazırladığı İstanbul haritasında net olarak görülmektedir.

 

Boğaziçi’nin, özellikle de Boğaz girişinin güçlendirilmesine Sultan III. Mustafa döneminde büyük önem verilir. Anadolukavağı’nın güneyinde Karadeniz’e doğru büyük bir alanı kontrol eden buruna kale benzeri büyük bir tabya yapılır. Adını hemen yanından akan akarsudan alan bu kale-tabya uzun yıllar boyunca halk arasında asıl isminden galat Macar Tabya olarak bilinirdi. 12 Eylül 1980 sonrası bir aklı evvel bu ismi Acar Tabya olarak değiştirir. Halbuki biraz araştırılsa asıl isminin “Mâ-i Cârî”yani Akarsu Tabyası olduğu anlaşılırdı. Moltke haritasında 58 top ile donatıldığı belirtilen bu tabyanın hemen karşı kıyısında ise 10 top ile donatılmış Mezarburnu ve 23 topu bulunan Telli Tabya yer almaktadır. Rumelikavağı ile Anadolukavağı çizgisinin kuzeyinde ise tam anlamı ile bir askeri düzenleme görülmektedir. Anadolu sahilinde Filburnu Tabyası, Poyraz ve Anadolufeneri kaleleri, Rumeli sahilinde ise Büyük Liman, Papaz Burnu ve İşaret tabyaları ile Garipçe ve Rumelifeneri Kaleleri inşa edilir. Bu arada Rumelikavağı ile Anadolukavağı arasına ahşap şamandıralara bağlı bir ağ çekildiği de ileri sürülür. Benzer bir uygulama 1936 yılında imzalanan Montrö Antlaşması sonrası metal şamandıralara bağlı olarak 1960’lı yılların ortalarına kadar mevcudiyetini koruyan bir ağ ile yapılacaktır.

 

ASKER SAYISI ARTIRILDI

 

H.1210/1795-96 tarihinde uzun süredir tamir ve yeniden yapımına özen verilen Bağdatcık, Revancık, Rumelifeneri, Anadolufeneri, Garipçe, Büyük Liman ve Poyraz Kaleleri’ne mevcut askerinin yanı sıra 500 adet asker daha gönderildiği kayıtlıdır. Karadeniz’den deniz yolu ile gelecek tehlikelere karşı asker sayısı artırılarak güçlendirilen bu kale ve tabyalardaki birlikler ve yamak adıyla onlara yardımcı olan gençler, tarihin garip bir tecellisi olarak “Kabakçı İsyanı” olarak bilinen bir isyanın ateşleyicisi olarak Sultan III. Selim’in tahttan indirilmesine ve şehit edilmesine sebep olacaklardır.

 

TURİSTLERİ ÇEKMEK İÇİN GEZİ ALANLARI YAPILABİLİR

 

Günümüzde Boğaziçi’nin kuzey bölümü ekonomik açıdan oldukça sıkıntı içindedir. Bu bölgenin kısa süren deniz mevsimi içindeki canlılığını uzun süre devam ettirmesi, gerek İstanbullular gerekse turistler için bir cazibe merkezi oluşturması için yeterince kültürel varlığa sahip olduğu görülmektedir. İstanbul’da bilinen turizm rotalarının dışında yeni gezi alanları yaratılması gerektiği konusunda çalışmalar yapıldığı bir dönemde bin yılı aşkın geçmişi olan bu yapıları görmezden gelmek akılcı değildir. Güzelcehisar, Rumelihisarı, Yoros, İmros, Poyraz, Garipçe, Anadolufeneri ve Rumelifeneri kaleleri, Ma-i Cari, Filburnu, Telli Tabya, Büyük Liman, Papazburnu ve İşaret tabyaları onarılır ve çağdaş koşullarla donatılırsa İstanbul meraklıları için yeni bir gezi alanı güzergâhı yaratılmış olunur. Geçmişten bize miras kalan bu yapılar değerli birer sermayedir. Üretime katkı sağlamayan, yastık altına giren ekonomik değerin büyüklüğünden şikayet edilen bir ülkede, görmezden gelinen bu sermayenin büyüklüğünü düşünmemiz gerekiyor.

 

YENİ İŞ ALANI YARATIR

 

Biraz merak, biraz akıl, biraz çaba var olan bu ve benzeri kültür varlıklarının birer üretim merkezi olarak ekonomiye kazandırılmasına yardımcı olacaktır. Genç nüfus için yeni iş alanları yaratılmasında önemli bir alternatif de gelişmiş ülkelerdeki gibi hizmet sektörünün büyütülmesidir. Türkiye hizmet sektörünün uzun yıllar büyümesine imkan sağlayacak binlerce yıllık sermaye birikimine sahiptir, yeter ki kültür varlıkları üzerinde yoğun bir baskı kuran bürokrasinin ufku açılsın. Turizm kuruluşları ve yatırımcılarının güneş, deniz ve kum sarmalından çıkarak yeni açılımlar için araştırma ve atılım yapmaları dileğiyle...