Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

OSMANLILAR VE HAÇLILAR

 

Avcılık ve toplayıcılıkla hayatlarını sürdüren toplumlarda savaş olmaz, çünkü bu toplumların hiç biri savaş için gereken nüfus büyüklüklerine erişemezler, onların birbiri ile yaptıkları çatışmalar ise kayda değer olaylar değildir. Ne zaman ki insan oğlu yerleşik düzene geçer ve giderek ürettiği artı değer komşularının ilgisini çekecek boyuta yükselir işte o zaman savaşlar görülmeye başlar. Nasıl bir neden sunulursa sunulsun, tüm savaşların gerçek nedeni ekonomik üstünlük ve zenginlik arzusudur.

 

Bir dönem bilinen dünyanın en büyük ekonomisini barındıran Akdeniz havzası her zaman için savaşların görüldüğü bir coğrafyadır. Erken dönemlerde Helen ana karasından veya günümüz Filistin bölgesinden denize açılarak Ege ve Akdeniz’in bir bölümünde ticaret yapan uluslar kısa zaman sonra birbirleriyle çatışmaya başlarlar. Bir tarafta Pers ordusu, diğer tarafta Helen şehirleri birliği bu savaşların aktörleridir. Bir dönem günümüz Yunanistan’ının bir bölümünün Pers hakimiyetine girmesi, daha sonra Helen hakimiyetinin Mezopotamya’ya kadar uzadığı bir karşılıklı çatışma ortamı, Büyük İskender’in Hindistan’a kadar uzanan hakimiyeti ile sonlanır. Büyük İskender’in fetihleri sonrası özellikle doğu Akdeniz çevresi istikrara kavuşur, bundan böyle Atina yerine İskenderiye Akdeniz ticaretini yönlendiren liman olacaktır.

 

Büyük İskender sonrası, şehir devletleri veya küçük krallıklar şeklinde oluşan bölgesel istikrar giderek Roma Hakimiyeti ile tüm Akdeniz çevresine yayılır. Özellikle Kartaca’nın tasfiye edilmesi ile artık Akdeniz “Bizim Deniz - Mare Nostrum” olarak anılmaya başlar. Bazı korsanlık girişimlerine rağmen Akdeniz havzasındaki tüm ticaretin Roma denetiminde yapıldığı bu yıllar Pax Romana - Roma Barışı adıyla bilinir. Ege ve Akdeniz havzası deniz ticareti Emevi Devletinin kurulması ile birlikte, Müslümanlarında söz sahibi olduğu bir yapıya dönüşür. Geçmişin Suriyeli ve Yahudi tüccarlar piyasanın efendileridir. Kendine güvenen tacirler Doğu’dan porselen, baharat ve kumaş alıp getiriyor ve bunları çok büyük karlarla satıyorlardı. Yahudi satıcılar Bağdat, Kurtuba, İskenderiye, Marsilya, gibi şehirlerde hep bir arada oturuyorlar, atalarının törelerine sımsıkı bağlı bir hayat sürüyorlardı. Kısa süre sonra kendilerine yeni rakipler çıkmaya başladı. Venedik, Cenova, Milano, Floransa, Pisa gibi şehirlerden gelen başlangıçta sayıları oldukça az bu insanlar sanki hepsi de Lombardiyalı imiş gibi “Lombardlar” olarak anılıyorlardı. Latince ve devamında İtalyancanın egemen olduğu ticaret dili tüm Akdeniz havzasının eski ticaret dili olan Grekçenin yerini almaya başlamıştı. René Sédillat’ın “Değiş Tokuştan Süper Markete” ismiyle dilimize çevrilen kitabında da belirtiği gibi giderek büyüyen bu ticaret hacminden manastırların ve onlara bağlı keşişlerin pay almaması düşünülemezdi. Üstelik Akdeniz havzasındaki hemen her noktada bulunan manastırlar vasıtasıyla örgütlenme imkanları da vardı.

 

VIII. yüzyılın başlarında İspanya’nın büyük bir bölümümün hızla Müslümanların eline geçmesi, Akdeniz havzasındaki ticaret paylaşımını büyük oranda etkiler ve yeni aktörler hızla Sicilya ve Sardunya (652), Rodos (672-73), Kıbrıs (674), Girit (826) gibi deniz ticaretini kontrol altında tutan adaları hakimiyetleri altına almaya başlarlar. X. yüzyıldan itibaren Avrupa’da ekonomik bir canlanma başlar. Her ne kadar İtalyan denizciler Akdeniz ticaretindeki Müslüman hakimiyetini tehdit etmeye başlarlarsa da, Doğu’nun ticaret yolları ve limanları hala Müslümanların tekelindedir. Üstelik yeni bir tehlike ortaya çıkmıştır, 1071 Malazgirt savaşı ile Anadolu’ya giren Türkler kısa süre içinde bu bölgeyi hakimiyetleri altına alarak İznik merkezli Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuracaklardır. Yahudi ve Arap tüccarların yanı sıra hızla iç bölgelerdeki ticaret merkezlerini kontrolleri altına alan yeni bir güç ortaya çıkmıştır. Artık Küçük Asya’da kesin bir Hıristiyan hakimiyetinden söz etmek mümkün değildir.

 

18 Kasım 1095’de Clermont Konsili Papa I. Urbanus başkanlığında toplanır ve Doğuya, Kutsal Topraklara doğru bir Haçlı Seferi düzenlemesi için karar alınır. Çoğunluğunu Frankların oluşturduğu Haçlılar Ağustos 1096 tarihinde harekete geçerek Konstantinopolis, İznik, Eskişehir, Antakya yolu ile Kudüs önüne gelirler, Temmuz 1098 tarihinde 462 yıllık Müslüman hakimiyetinden sonra Kudüs düşer. 11 Kasım 1100 tarihinde Kudüs Krallığı kurulur. Suriye, Filistin kıyı şeridindeki tüm ticaret limanları kısa süre içinde Haçlı hakimiyetine girer. İki yüz yıla yakın süren bu işgal 1291’de Akka’nın Müslümanlarca yeniden fethi ile son bulur. Bundan böyle 11 Aralık 1917 günün İngiliz general Allenby’in Kudüs’e girişine kadar çok uzun yıllar bu kıyı şeridi Müslüman hakimiyeti altında olacaktır.

 

Doğu toplumları Haçlı Seferlerini bazı vekayinameler dışında çoğunlukla Batı kaynaklarına dayanarak yazılmış kitaplardan tanımaktadırlar. Çağdaş yazarlar arasında ilk olarak Amin Maalouf’un 2001 yılında yazdığı ve dilimize “Arapların Gözünden Haçlı Seferleri” ismi ile dilimize çevrilen araştırması yayımlanır. Bir Doğulunun, Arap kaynaklarına dayanarak yazdığı bu kitap gerçek bir vahşeti aksettirmektedir. Üzerinden yüzyıllar geçse de Batıdan gelen ve kendini bir inanç kabuğu altına saklamaya çalışan bu tecavüz girişiminin unutulması söz konusu değildir. Son zamanlarda Batının, inanç nedeni ile yaptığını söylediğini bu ve benzeri yağma girişimlerinin temel nedeninin evrensel ticaret ağını genişletmek ve kendi toplumlarını zenginleştirmek olduğu daha açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Jack Goody’in Tarih Hırsızlığı, Ian Almond’un İki Din, Tek Bayrak ve Nigel Cliff’in Son Haçlılar’ı bize bu konunun ne kadar yanlış tanıtıldığı konusunda ip ucu veren araştırmalardır.

 

Bu kere kanımca hala devam etmekte olan Haçlı Seferleri’nin Osmanlı Dönemi versiyonunu Halil İnalcık Hoca bize aktarmaya çalışıyor. Halil Hoca 1329 ila 1522 arasındaki olayları beş ayrı bölüm halinde incelemiş. Anadolu’nun hızla Türkleşmesi sonucu oluşan Türk İskanı ve Hıristiyan Tepkisi 1329-1361, Osmanlı Fetihleri ve Haçlı Seferleri 1361-1421, Balkanlar İçin Mücadele 1421-1451, Fatih Sultan Mehmed’in İmparatorluğu 1451-1481 ve Osmanlılar, Haçlı Seferleri ve Rönesans Diplomasisi 1481-1522.

 

Bilinen dünyanın çevrelediği tek deniz olan Akdeniz, üzerinde çok da düşünmediğimiz bazı gerçekleri saklamaktadır. Ege ve Akdeniz egemenliği örneğin Mısır’da hüküm süren Memluklar için hayati öneme sahiptir. Buğday, kereste, demir ve hepsinden daha önemlisi Ukrayna ve Kafkasya’dan Akdeniz’e doğru oluşan köle ticareti vaz geçilmesi mümkün olmayan bir ticaret ağının parçalarıdır. 1291’de Akka’nın yeniden fethedilmesi üzerine Papa IV. Nicholas’ın emri ile uygulanan abluka, daha sonraları Osmanlı deniz gücünün çekirdeğini teşkil edecek deniz gazilerinin oluşturduğu Türk donanmasının ortaya çıkmasına yol açacaktır (s. 10). Hıristiyan Avrupa, Türk ilerleyişinin önemini ancak 14. Yüzyılın başlarında Latin mülkleri ve ticari ulaşımı Ege Denizi’nde cihat faaliyetinde bulunan Türkmen gazilerinin günden güne artan hücumlarına maruz kalınca fark edecektir. Bundan böyle yeniden düzenlenecek bir haçlı seferinin tek amacı Türklerin Ege’den atılması olacaktır (s. 11). Ancak Ege’deki Türk karşıtı koalisyonun bozulmasına Venedik-Ceneviz savaşı neden olur. Bu savaş sırasında Venedikliler, Konstantinopolis ile Aragon-Katalonya Kralı IV. Peter ile onun Katalan savaşçılarına yaklaşırken, Cenevizliler Aydınoğlu Hızır Bey ve Osmanoğlu Orhan Bey ile ittifak kurmuşlardır (s. 15). Bu birlikteliğin hemen sonrasında Ceneviz ile Osmanlı antlaşması Osmanlıların Batılı bir milletle yaptığı ilk antlaşma olacaktır. 2 Mart 1354’te Gelibolu ve yöresinde meydana gelen deprem sonrası fethedilen topraklar için “Gelibolu’da sayısız ‘Frenk’ (Katalan) olduğu için burayı zapt etmek mümkün değildir” (s. 21). Gerek Konstantinopolis, gerekse Venedik ordusunda yer alan Katalan askerleri Akdeniz çevresindeki egemenlik kaygısının büyüklüğünü göstermektedir. Kısa süre sonra Portekiz ve İspanya donanmalarının okyanuslara açılmalarına müteakip Akdeniz havzasında nerede ise Katalan askeri kalmayacaktır.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlarda büyümesi ve giderek Macaristan ve Venedik’in ticaret alanlarını tehdit eder hale gelmesi üzerine yeni bir Haçlı Seferi düzenlenir. Papa IX. Boniface tarafından organize edilen ve 25 Eylül 1396 günü Niğbolu önlerinde büyük bir yenilgi ile son bulan bu teşebbüsün önderleri Macar Kralı Sigismunt ile kısa süre sonra Hospitaller şövalyelerinin üstadı azamı olacak olan Pihilibert de Naillac canlarını zor kurtarırlar (s. 70). Kısa süre sonra Sultan Yıldırım Bayezıd’ın Ankara savaşında Timur’a yenilmesi ve esir düşmesi, Osmanlının Balkanlar’daki büyümesini durdurur. Çelebi Sultan Mehmed (1413-1421) dönemi bir topparlanma dönemidir. Sultan II. Murad’ın (1421-1444 / 1446-1451) saltanatı, iç istikrarın sağlanmasından sonra Osmanlının Balkanlarda tekrar büyümeye başladığı dönemdir. Kitabın 1421-1451 tarihleri kapsayan üçüncü bölümü bu devreyi anlatmaktadır. Ortaya çıkan boşluk nedeni ile Romalıların İmparatoru unvanını taşımayı bir hak kabul eden Macaristan Kralı Sigismund bir süredir Balkan Hıristiyanlarının ve Bizans’ın kurtuluşunun önderliğini yaparak, Leh Kralı II. Vladislav Jagello’nun da desteği ile yeni bir Haçlı seferi oluşturmaya çalışmaktadır (s. 78). Yeni bir Haçlı seferi oluşması için büyük çaba sarfeden Papa IV. Eugene, Macaristan Kralı Vladislav, Erdel Voyvodası Yanoş Hunyadi ve Eflak voyvodası Vlad Drakul’un önderlik yaptığı bir Haçlı ordusu oluşturur. 10 Kasım 1444 günü yapılan Varna muharebesi, Hıristiyan güçleri açısından büyük bir yenilgi ile sonuçlanacaktır (s. 104-105). Bu savaşın dikkat edilmesi gereken bir özelliği Batılı şövalyelerin savaşta yer almamasıdır. Bundan böyle uzunca bir süre bizim coğrafyamızda daha küçük ölçeklerde devam edecek Haçlı seferlerinin aktörleri Macar ve Slav boyları olacaktır. Varna yenilgisinden kısa süre sonra Papalık, Haçlı Savaşlarını Okyanus ötesi topraklar ile Uzak Doğu’ya taşıyacaktır.

 

Bundan böyle inanç uğruna yapılan Haçlı seferi girişiminin altına saklanmış ticaret tekelinin daha geniş bir coğrafyada sürdürülmesi imkanı doğacaktır. Beş yüz yıla yakın bir süre sonra bir dönemin Kenya cumhurbaşkanı Jomo Kenyatta (1894-1978) bu değişimi; “Avrupalılar geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki İncil bizim elimizdeydi. Topraklarımız ise beyazların olmuştu” diye özetleyecektir.

 

Halil İnalcık Hoca’nın 1990 yılında Haçlı Seferleri Tarihi adı altında yayımlanan bir dizi için yazdığı beş makaleden oluşan bu kitabın aslı İngilizce olup, Eşref Bengi Özbilen tarafından dilimize çevrilir. Dip notları ve her makalenin sonuna eklenen Ek Kaynakçalar ile zenginleştirilen bu kitap bir roman değil, bir dönemin bilimsel açıdan değerlendirilmesidir. Haçlı Seferleri konusuna ilgi duyan ve global olarak hala sürmekte olan, geçmişi bin yıl önceye uzanan bu tarihi gerçeği, günümüzde neler oluyor diyen herkesin okumasını öneririm.