Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

TEMBELLİK HAKKI

 

Yüzyıllar önce Francis Bacon “Alışkanlıklar yaşamımızı en çok etkileyen şeyler olduğu için, elden geldiğince iyi alışkanlıklar edinmeye bakmalıyız. Bilindiği gibi alışkanlık en iyi küçük yaşta başlarsa kök salar, buna da eğitim diyoruz...” derken, Bertrand Russell “İnsanların belirli bir durum karşısında nasıl davranacakları en çok alışkanlıklarına bağlıdır; iyi alışkanlıklar ise disiplinsiz elde edilemez” demektedir.

 

Peki nedir en iyi alışkanlık? çocukluğumuzdan itibaren bize verilmeye ve kabul ettirilmeye çalışılan en büyük alışkanlık çalışmadır. Ailemiz, yakın çevremiz, okul ve hemen hemen herkes hayatımızın her döneminde çalışmanın faziletinden dem vurur. Çalış, çalış ki adam olasın! Hoş bu yaşıma geldim, çalışma ile adam olma arasındaki bağlantıyı çözebilmiş değilim? Bunca yıldır çok çalışmış fakat adam gibi adam olamamış, buna karşın az çalışmış fakat adam gibi adam olmuş insanları gördükçe bu işte bir yanlışlık var ama nerede diye merak ediyorum.

 

“Aylaklığa Övgü” adıyla yayımlanan denemelerinde, 1932 tarihli bir yazısında Bertrand Russell “Modern dünyada çalışmanın erdem olduğuna inanma yüzünden çok büyük zararlar doğmaktadır ve mutluluğa, refaha giden yol çalışmanın örgütlü bir düzen içinde azaltılmasından geçer.” diyor. Bu satırları okuduğum kitaba not düşmüşüm, 5 Şubat 1968 Perşembe, 23 yaşında o güne kadar bana öğretilenlerin tersine çalışma her ne kadar fazilet olsa da, mutluluğu örselediğini farkına vardım. Ama çocuk yaşta aldığım eğitim o kadar köklü imiş ki, hala nerede ise ara vermeksizin çalışırım, zaman zaman ise aklıma bu satırlar gelir ve işi aylaklığa vurup mutlu olurum.

 

Uzun yıllar sonra elime bir gazetenin ek olarak dağıttığı küçük bir kitap geçti; Vedat Günyol’un Henry D. Thoreau’nun “Haksız Yönetime Karşı” makalesi ile Paul Lafargue’nin “Tembellik Hakkı” isimli yazılarını dilimize çevirmişti. Daha kitabın kapağını görünce, demek insanoğlunun böyle bir hakkı da varmış diye düşündüm. Hemen her düzeyde bize öğretilen çalışmanın aksine kullanmamız gereken bir hak “tembellik” veya bir başka deyişle “aylaklık”. Tevekkeli Russell aylaklığa övgü düzmemiş.

 

Paul Lafargue “Tembellik Hakkı” adlı denemesini veya daha doğru bir deyişle manifestosunu 1883’de yayınlar. Komünist Manifesto’dan sonra 1917 Sovyet Devrimi üzerinde en etkili yazı olduğu ileri sürülür. 1905-1907 arasında Çarlık Rusya’sında 17 baskısı yapılır ve Lenin’e göre 1917 Devrimi’ne büyük katkı yapar. Pek farkına varmamışım ama Telos Yayıncılık Vedat Günyol’un bu çevirisinin yedi kez baskısını yapmış. Bir eleştiri yazısında “Günümüz çevrecilerinin şimdi fark ettiği gerçeği, çok önceden söylemiş Lafargue...” deniyor, bir başkası ise, “İçinde çalışma aşkı duyanlara lanet!” diyor.

 

Son günlerde elime “Tembellik Hakkı”nın yeni bir tercümesi geçti. Bu kere Ceylan Özçapkın’ın tercümesini Alakarga Yayıncılık yine aynı isimle dilimize kazandırmış. Kitap Paul Lafargue’nin iki sayfalık ön sözü ile başlıyor. İlk deneme “Yıkıcı bir Doğa”, Alman filozof Gotthold Ephraim Lessing’inden yapılan bir alıntı ile başlıyor.

 

Sevme, içme ve tembellik haricinde,
Tembellik edelim her şeyde.

Lessing

 

Gelişmiş ülke insanlarının giderek daha fazla talep ettikleri bu hak, geri kalmış ülke insanları üzerine daha çok çalışma gibi bir sorumluluk yüklüyor. Eski Helenler çalışmayı hor görüyor ve Helen filozofları çalışmayı, özgür insanın çalışmasını kabul edemiyorlardı. Dönemin şairleri, tanrıların bir armağanı olan tembelliğe methiyeler düzüyorlardı (s. 12). Ama geriye bakınca o toplumların büyük bir bölümünü hiç bir hakları olmayan kölelerin oluşturduğunu görmekteyiz. Dönemin hiç bir filozofu benim için kutsal olan bu hak, diğer insanlar için de kutsal olmalıdır diye düşündü mü acaba?

 

“Tembellik Hakkı” bu güne kadar görmezden geldiğimiz bazı şeyleri anlamamıza yardımcı oluyor. Batı toplumlarının zenginliklerini salt sömürgelerine değil, yalnızca erkeklerin değil, kadın ve çocukların da günde 12-14 saat zorla çalıştırıldığı ideal ıslah evlerinden sağladığı gerçeği ile yüz yüze geliyoruz. 1848’den sonra fabrikalarda çalışmayı günde 12 saat ile sınırlayan yasa sanki devrimmiş gibi kabul edilir (s. 16). “Ya çocuklar, 12 saat çalışan çocuklar? Yoksulluğa lanet olsun!” (s. 17).

 

Lafargue tembellik hakkının kapitalist ekonominin dönemin işçi sınıfı üzerinde yarattığı çalışma terörüne karşı tekrar elde edilmesi gereken doğal bir olduğunu düşünmekte. Günümüz içinde geçerli ilginç tespitleri var. “Modern orduların niteliği hakkında artık yanılgıya düşemeyiz, onlar sadece ‘iç düşmanı’ bastırmak için sürekli hazır edilmelidir. İşte bu yüzden Paris ve Lyon kaleleri kenti yabancılara karşı korumak için değil, iç düşman ayaklandığında onu cezalandırmak için yapılmışlardır” (s. 36).

 

Halbuki, çalışma ile üretkenlik birinden farklıdır. Eğer iyi bir çalışma ortamı sağlanırsa daha az çalışma saati ile daha fazla üretim yapılabilecektir (s. 41). Bunun için zor kullanma yerine daha akılcı metotlar geliştirmek gerekir.

 

Lafargue bir Fransız, günümüz Batı toplumunun bugünkü ekonomik refahı ve insan hakları seviyesine gelebilmesi için geçen yüzyıllar içinde ödediği bedeli bize aktarıyor. Acaba günümüzde az gelişmiş ülke insanları yüzyıllar boyu alabildiklerine kullandıkları tembellik hakkının bedelini mi ödemekteler?

 

Gelecek bize üretimle-tüketimin dengelendiği insanın çalışmanın yanı sıra tembellik hakkını da, belki alabildiğine değil ama, özgürce kullanabildiği bir dünya mı vaat ediyor? Yoksa günümüzde giderek artan bir süre tembellik haklarını kullanan Batı toplumları gelecek yıllarda bu hakkı alabildiğine kullanmanın bedelini ödeyecekler mi göreceğiz.

 

Merak ediyorum? acaba insanlık ne zaman çalışma ile aylaklık arasındaki dengeyi sağlayıp mutlu olacak? Gençliğimizde çok sık duyduğum geri kalmışlık öyküsünün altında yüzyıllar boyu alabildiğine kullandığımız tembellik hakkımızın da önemli bir katkısı olduğunu düşünmemiz gerekmez mi?

 

“Köşe başında bir mahalle kahvesinin yanından geçtik. Buğulu camlar arkasında bu mezar taşlarının torunlarından entarili birkaç kişi oturmuştu. O taşlardan daha az hareketli görünen bu insanların yalnız nargile suları hareket ediyor; hepsi de Ashâb-ı Kehf gibi cansız ve kendinden geçmiş, kaygıdan uzak görünüyorlar. Camicikleri yanları başında, mezarlıkları oracıkta, bakkal kasap yakın, ekmekçi her gün gelir, saka su getirir, konu komşuyu Allah eksik etmesin.”*

 

Herkesin “Tembellik Hakkı”nı okuyup üzerinde düşünmesini isterim. Yayımlandığı tarihten 130 yıl sonra aradan geçen yıllar boyunca ortaya çıkan olayları değerlendirerek tembellik hakkı üzerinde yeni düşünceler geliştirmesini...

 

Toplumumuzun içinde bulunduğu sıkıntı günler içinde hepimizin biraz aylaklık etmeye hakkı var diye düşünüyorum. Aylaklık aynı zamanda düşüncenin gelişmesini de sağlar.

 

* Celâl Esad Arseven, Seyahat İntibaları, İstanbul, 2008, s. 116.