Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Kitaplar

KONSTANTİNİYYE’DEN İSTANBUL’A

 

XIX. YÜZYIL ORTALARINDAN XX. YÜZYILA
BOĞAZİÇİ’NİN ANADOLU YAKASI FOTOĞRAFLARI

 

Gök kubbenin gözlerinle gördüğün,
aklınla kavradığın gibi olduğunu sana kim söyledi?
Gördüklerin sadece bir resim, bir benzetmedir
.”

 

Ferîdüddin Attâr 1142-1221
[Şahinoğlu 1991, 95-98]

 

İstanbul’da yaşamak çok geniş bir dünyada yaşamaktır. İki bin yıla yaklaşan bir süre İstanbul tüm dünyanın ilgisini çeken, özlem duyulan bir şehirdir. Geçmişte seyrek de olsa eskidiği ve cazibesini yitirdiği dönemler olmuştur. Zaman zaman, kısa süreliğine sıradan bir yerleşme görünümünde algılanan bu eşsiz şehir Petrus Gyllius’un XVI. yüzyılda belirttiği gibi yeniden hayat bulur ve insanlık tarihi içinde hak ettiği yeri tekrar elde eder. Alexander van Millingen 1906 tarihinde yayımladığı kitabında, “Bu kentin üstün vasıflarına kapılmış olan bir kişi buradan ayrılıp başka bir yere yerleşmeye karar verdiğinde, bir dağın zirvesindeki uçsuz bucaksız manzaradan vazgeçip bir vadinin duvarlarıyla kuşatılmış bir yaşamı kabullenmesi gibi yaşamının ufukları küçülerek daralır” [CÆTERÆ IGITVR, VT SINT MORTALES, HÆC SANE QVANDIV ERVNT HOMINES, FVTVRA MIHI VIDETVR IMMORTALIS. Diğer bütün kentler ölümlüdür, ama İstanbul, sanırım, insanlar var oldukça yaşayacaktır. Gyllius 1997, 1] demekte...

 

İstanbul gerek coğrafi özellikleri, gerekse kültür varlıkları ile geçmişte pek çok yazarın da ifade ettiği gibi çok farklı bir şehirdir [İstanbul bir şehir idi, herhangi bir şehir değil. Kós 1995, 3]. Bazı şehirlerin tarihin tozlu sayfalarına karışmasına karşın bu şehir büyük bir dirençle varlığını korumaya devam eder. Şehirler tıpkı yaşayan bir organizma gibi hangi izleri koruyacağına, hangilerini tarihe karıştıracağına kendisi karar verir. Eğer üstün bir irade, radikal kararlarla bir şehre yön veremiyorsa, şehrin yaşam iradesi ona yön verir. Kısa sürede olumsuz gibi görünen bu yeniden yapılanma, gençleşme isteği gerçekte bir var olma, gelecekte devam etme arzusunun sonucudur.

 

Ticaretin ve onun getirdiği zenginliğin görmezden gelindiği hatta aşağılandığı bazı dönemlerde şehirler köhneleşir ve o şehirde yaşayan insanlar karamsar bir hale gelir. Her türlü olumsuz düşünce ve karamsarlık ise içe kapanmaya ve giderek yok olmaya yol açar. Geçmişte bir dönem dünyayı aydınlatan, varlığı ile insanoğlunun yaşamını yücelten pek çok şehir, zamanında gerekli atılımı ve yenilenmeyi başaramadığı için yok olmuştur.

 

İçinde yaşadığımız İstanbul’un ise eğer biraz gezip dolaşırsak, biraz okuyup onunla ilgilenirsek tüm karamsarlığımızı yok edecek özelliklere sahip olduğunu görürüz. XX. yüzyıl başında daha küçük bir çocukken çalışmak için şehre gelen Hagop Mintzuri, kendisini uyarmak için büyüklerinin sık sık “Burası İstanbul’dur. Dünyada bir tek İstanbul var, burada adam olacaksın!” [Erzurum'a bağlı Armudan köyünde doğan Hagop Minzuri (1886-1978) eğitim almak ve babasının yanında çalışmak için geldiği İstanbul'a ait hatıralarını; İstanbul Anıları 1897-1940 isimli kitapta yayımlar. Bkz. Mintzuri 1993, 56] dediklerini söyler.

 

Boğaziçi, koyları ve burunları ile her zaman ilginç görüntülere sahip olmuştur. Her ne kadar Karadeniz’den Boğaz’a girişte başlangıç noktası olarak Anadolufeneri kabul edilirse de, gerek Anadolufeneri’nin gerekse onu takip eden Poyrazköy yerleşmesinin bunca yıl sonra hâlâ şehirle organik bağlarının olduğunu söylemek zordur. Boğaziçi’nde iklim de yer yer farklılıklar gösterir. Hemen tüm yerleşmeler sert kuzey rüzgârlarına kapalı vadi içlerinde veya suya uzanan burunların gerisine saklanmış kıyılarda oluşmuştur.

 

Kitabımızın ilk iki cildinde Karaköy’den Rumelifeneri’ne kadar Boğaziçi’nin Rumeli yakasından söz etmiştik. Bu kitabımızda ise Boğaziçi’nin Anadolu yakasının hikâyesini anlatıyoruz. Ancak çok uzun süredir yaptığımız araştırmalara rağmen Anadolufeneri ve Poyrazköy ile ilgili eski dönemlere ait fotoğraf bulamadık. Oysa The Illustrated London News’ün değişik sayılarında Anadolufeneri, Poyrazköy ve Filburnu Kalesi ile ilgili gravürler bulunmaktadır [London News 1877, 197]. Bu gravürlerin, çekilen fotoğraflar esas alınarak çizildiğini bilmekteyiz. Anlaşılan bu kareler ya günümüze ulaşmamış ya da bizim ulaşamadığımız bir arşivin bilinmeyen dosyaları içinde yer almakta. Bu nedenle Anadolu yakasının öyküsüne Anadolukavağı ile başladık.

 

Kitabımızın Anadolu yakası ile ilgili bölümündeki araştırmalarımız sırasında çok uzun süredir devam eden bazı yanlış anlamaları da düzeltme imkânına sahip olduk. Örneğin iki yüzyılı aşkın süredir Macar Tabya olarak bilinen bir alanın gerçek adının Ma-i Cari (Akarsu) Tabyası olduğunu tespit ettik. Uzun bir dönem küçük bir yerleşme, özellikle yaz aylarında sayfiye yeri olarak kullanılan ve günümüzde adı dahi unutulan bir mahallenin (Sütlüce) fotoğraflarına ulaştık. “Mehtabiye kasrı” veya “Grup köşkü” gibi bugün adı unutulmuş bazı yapı tiplerini seyretmek mümkün oldu.

 

Bu şehr-i Stanbul ki bi misl ü bahadır/ Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır” diyen Nedim’den bu yana yüzyıllar geçmesine rağmen hâlâ İstanbul’un taşı ve toprağının bereketini görüyoruz. Her ne kadar çok şeyler değişse de artık İstanbul geçmişe nazaran daha yeşil; eskinin çıplak tepelerinin bazıları yapılarla kaplanmış olsa da, pek çok alan ağaçlarla örtülmüştür.

 

Kültürler de tıpkı insanlar gibi ömürlerini tamamlayıp tarihe karışır, ancak onların birikiminden faydalanıp yeni bir kültür üreterek geleceğe güvenle bakmak mümkündür. Bu şehir bizim şehrimiz, onu geleceğe taşımak da bizim görevimiz. Zaman zaman bazılarımız saygısızca davransa da çoğunluğun onun değerini bildiğine inanıyorum. Gelecek elbette onun olacaktır.

 

Bu kitabın ilk iki cildinin yazımı beş yıl sürdü. 2006 tarihinde yayımlandığı zaman büyük bir ilgi gördü ve sağ olsunlar dostlarım beni devamı için teşvik ettiler. 2007 tarihinde başladığım Anadolu yakası ise dört yıla yakın bir zamanda ortaya çıktı. Sevgili İnan Kıraç bu çalışmanın her zaman en büyük destekçisi oldu. Kendisine özel bir teşekkür borçluyum. Seyredeceğiniz fotoğrafların büyük bir bölümünü toplayan Ahmet Abut’a; hemen her müzayede de İstanbul ile ilgili fotoğraflar konusunda beni uyaran ve pek çok amatör fotoğrafı elde etmemiz için uğraş veren Uğur Göktaş’a; İstanbul ile ilgili eline geçen hemen her belgeyi bize ulaştıran Uğur Yeğin’e; ender bulunan bazı kareleri kullanmamıza izin veren Serra ve Ömer Türel, Engin Özendes, Bahattin Öztuncay, Halil Onur, Lokman Şahin, Burak Çetintaş ve Uğur Yeğin’e; fotoğrafları tek tek inceleyip iyileştirmeler yapan Sertaç Karacadağ’a; kitabın baskısı için büyük bir dostluk anlayışı içinde elinden gelen her türlü desteği veren Lokman Şahin ve çalışma arkadaşlarına; baskı öncesi titiz çalışmaları ve tasarımı nedeniyle Savaş Çekiç’e; düzeltmeler ve okumalar için İbrahim Baştuğ’a; her zaman yardım ve desteklerini esirgemeyen sevgili dostlarım M. Özalp Birol, M. Baha Tanman ve Zeynep Ögel’e; bu çalışmanın her aşamasında yardımlarını esirgemeyen sevgili öğrencim Belma Barış Kurtel’e ve uzun süreli bir çalışma için bana gereken ortamı sağlayan, büyük bir hoşgörü içinde zaman kaygusu yaşatmayan sevgili eşim Renan ile kızlarım Esra ve Azra’ya, gelecekte benzeri çalışmalar yapmasını dilediğim torunum Sinan Cemil'e sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

 

Belki hâlâ o besteler çalınır,
Gemiler geçmiyen bir ummanda

Yahya Kemal Beyatlı

 


 

Resim Galerisi