Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

ÜSKÜDAR SARAYI

 

İlk Çağ’da Khrysopolis/Altınşehir adıyla tanınan Üsküdar bölgesinde, XII. yüzyılda Salacak Burnu’nda (Damalis) bir yazlık saray bulunduğu bilinmektedir. İmparator Manuel Komnenos (1143-1180) son günlerini bu sarayda geçirir [Eyice 1976, 50]. Daha önceleri bu sarayda, İmparator Nikèphoros Botaniates’in (1078-1081) Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleyman Şah’ı misafir ettiğiden de bahsolunmaktadır [Kommena 1996, 24]. Villehardouin 27 Haziran 1203 günü Haçlıların İmparator Aleksios’a ait olan ve Scutari adıyla anılan yerde bulunan sarayda konakladıklarını söyler. Haçlı ordusu ile birlikte hareket eden savaş ve nakliye gemileriyle, kadırgalar da sarayın önünde demirler ve Halkedonya Sarayı’nda kalan tüm şövalyelerde sahil boyunca karadan bu saraya ulaşırlar [Villehardouin-Valenciennes 2001, 66].

 

Bu açıklama Kız Kulesi’nin karşısında bulunan Salacak Koyu’nu akla getirir. Muhtemelen, bu sarayın önünde Kız Kulesi ile sahil arasında Boğaz akıntılarını önleyen bir dalkıranın oluşturduğu ve günümüzde yok olan küçük bir liman bulunmaktadır. IV. Haçlı Seferi sonrası Damalis Sarayı adıyla anılan bu saray büyük ölçüde tahrip olduğu için kullanılmaz ve bir daha adı anılmaz.

 

Fetih sonrası Damalis Sarayı’na ait herhangi bir bilgiye ulaşmak mümkün olmasa da bölgede saraya ait bazı araziler bulunduğu ve daha sonraki tarihlerde burada oluşturulan Üsküdar, Ayazma ve Piyale Paşa Bahçeleriyle çok sayıdaki vezir sarayının bu araziler üzerine yapılmış olduğunu düşünmemiz gerekir [Erdoğan 1958, 171-173]. Vavassore’nin 1500’lü yılların başına tarihlendirilen gravüründe, Salacak yamaçlarında kayda değer bir yapı görülmez.

 

1453 sonrası Üsküdar bölgesinde yapılan ilk mescidin (Fatih Mescidi) [Ayvansarayi 2001, 636] Salacak’ta yapılmış olması bu semtin önemini belirtmektedir. Muhtemelen bu dönemde günümüz Üsküdar vadi alanı büyük oranda bataklık olup, iskâna yeteri kadar elverişli değildir. Üsküdar vadisine bakan yamaçlarda yapılan ilk cami H. 876/1471-72 tarihli Rum Mehmed Paşa Camii’dir [Ayvansarayi 2001, 605-606].

 

Üsküdar Bahçesi ve Sarayı ile elimize ulaşan en eski belge H.991/1583-84 tarihli bir mevacib (maaş) defterindeki kayıttır. Bu kayıtta Bağçe-i Üsküdar adıyla zikredilen bu alan hiç şüphesiz İstanbul’da bulunan hasbahçelerin en eski ve en önde gelenlerinden biridir. Genel olarak Üsküdar Bahçesi ve Sarayı’nın Kanuni Sultan Süleyman döneminde oluşturulduğu düşünülmektedir. Bu karşın Abdullah Kuran, Üsküdar Sarayı’ndan bahsederken kaynak belirtmeksizin “Fatih zamanında yaptırılan bu saray yanmış ve H. 958/1551 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın emri üzerine Mimar Sinan tarafından yanan sarayın yenilenircesine onarıldığını” söylemektedir [Kuran 1986-384]. Muzaffer Erdoğan ise yapım tarihini H. 962/1555-56 olarak belirtir [Erdoğan 1958, 171]. Mimar Sinan tarafından yapıları anlatan Tuhfetül Mi’marin (6/3) ve Risalei Tezkitetülebniye (11/3) isimli yazmalarda Üsküdar Sarayı, Eski Saray ve Yeni Saray’dan sonra üçüncü sırada zikredilmektedir [Meriç 1965, 40 ve 117]. Uzun süreli ikamet için kullanılan ilk iki sarayın ardı sıra belirtilen Üsküdar Sarayı hiç şüphesiz bir dönem Anadolu yakasında yer alan en önemli saraydır.

 

XVI. yüzyılda Kavak Sarayı adıyla da anılan Üsküdar Sarayı için herhangi bir kesin bilgiye ulaşmak mümkün olamamıştır. Her ne kadar Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) [Danişment 1971, II, 296; Peçevi 1981, I, 242], Sultan II. Selim (1566-1574) ile Sultan III. Murad’ın (1574-1595) Üsküdar Sarayı’nı çok sevdikleri ve sık sık orada kaldıkları bilinirse de bu bilgiler satır aralarına sıkışmış açıklamalardan öteye gitmemektedir. Ancak bu hasbahçede Sultan II. Selim ve Sultan III. Murad döneminde iki kasır yaptığını bizzat Mimar Sinan ifade etmektedir [Meriç 1965, 44]. Üsküdar veya Kavak Sarayı ile ilgili ilk çizili belge 1581 tarihinde Nakkaş Osman tarafından çizilen Şehinşah-name isimli minyatür albümündeki İstanbul görüntüsüdür. Bu çizimde biri kıyıya yakın sivri külahlı olarak çizilen birbiri üstüne yığılmış çok sayıda yapı Üsküdar Sarayı’nın önemini belirtmektedir. Çizim de de görüldüğü gibi Üsküdar Sarayı’nın Damalis Sarayı ile pek de ilgisi yoktur. Damalis Sarayı büyük bir ihtimalle Ayazma Bahçesi’nin bulunduğu alanda yer almaktaydı [Erdoğan 1958, 172-173]. XVI. yüzyılda çizilmiş, daha sonraki dönemlerde ise çok sayıda kopyası yapılan Piri Reis’in İstanbul çizimlerinde Üsküdar Bahçesi ve Sarayı’nın görüntülerin bulunduğunu görmekteyiz. Bu çizimler içinde özellikle Nasser Halili koleksiyonunda ve Berlin Kütüphanesi’nde bulunan yazmalar da bazıları piramidal çatılı bazıları ise kubbe ile örtülü çok sayıda yapı yer almaktadır. Büyük yapıların çatılarının kurşun örtülü olmasına karşı, tek katlı küçük yapıların çatıların kiremit kaplı olduğu anlaşılmaktadır. Her iki çizimde de sarayın etrafı yazılı kaynaklarda belirtildiği şekilde servi ağaçları ile çevrilidir. Fransa Milli Kütüphanesi’nde ki yazmada ise, saray yapıları kıyıdan uzakta yoğun ağaçlar içinde tasvir edilmektedir. 1588 tarihli bir gravürünün en sağında, Kız Kulesi’nin gerisinde, duvarla çevrili bir alan içinde tasvir edilen Üsküdar Sarayı, ne yazık ki yeteri kadar bilgi aktaracak netlikte değildir. Hemen hemen aynı tarihlerde çizilen ve aslı Viyana’da bulunan İstanbul panoramalarından biri olan Üsküdar-Kadıköy çiziminde, yoğun ağaçlar içinde, muhtemelen kare planlı, ince, uzun, kurşun kaplı külahla örtülü yapı, muhtemelen Üsküdar sarayı Adalet Kulesi’nin simgeliyor olmalıdır.

 

XVI. yüzyıl ortalarında Üsküdar hakkında bilgi veren Evliya Çelebi, Üsküdar Hasbahçesi ve saray yapılarından söz etmez [Evliya Çelebi 2003, II, 429-438]. Ancak hemen devamında İstanbul’daki hasbahçeleri sayarken Üsküdar Bahçesi için “Süleyman Han ve Mimar Sinan yapısı” açıklamasını ilave eder [Evliya Çelebi 2003, II, 440]. Buna karşın dönemin bir diğer yazarı Eremya Çelebi, Kız Kulesi’nin karşısına düşen sahilde Valide Sarayı, Ayazma Bahçesi hemen yakınında Ayşe Sultan ve Fatma Sultan bahçelerinin yer aldığı belirtir. Daha ilerde Haydarpaşa’ya doğru olan yerleşmeyi; “Hepsinden güzel olan bahçe ve köşkler göze çarpar ki bu padişahın meşhur Üsküdar Bahçesi’dir. Sultan Murad, Erivan’dan (Bağdat olacak) döndükten sonra, Kavak tarafındaki Hünkâr İskelesi’nden başka, buraya ilaveten bir köşk daha yaptırmıştır. Padişah burada oturduğu veya ordugâh kurduğu vakit, karşı yaka ile seyrüsefer Ahırkapı’dan yapılır. Bu bahçede, dairevi şekilde dikilmiş ağaçlar, köşkün etrafına gerilmiş bir tülü andırırlar” sözleriyle açıklamaktadır [Eremya 1988, 49].

 

Evliya Çelebi ile Eremya Çelebi’nin bu kısa açıklamalarına karşı 18 Kasım 1639 ile 1 Şubat 1641 tarihleri arasında İstanbul’da bulunan Clausier du Loir, buradan yazdığı 17 Şubat 1640 tarihli ikinci mektubunda Üsküdar Sarayı’ndan çok daha detaylı olarak bahseder. “Üsküdar Sarayı sadece bostancılar ve onlara komuta eden bir baltacı tarafından korunmaktadır. İkametgâh, İran tarzında görkemli biçimde tezyin edilip süslenmiş lambrilerle dairelere ayrılmış. Duvarlar, halı yerine porselen türünden çinilerle kaplanmış. Diğer daireler arasında divanın toplandığı daire en güzelidir. Baştan aşağı büyük yüksek aynalarla donatılmış dairede değerli taşlarla süslenmiş bir de şamdan bulunmaktadır. Bu dairede bize Sultan (IV.) Murad’ın ok ve mızraklarını attığı, kalınlığı yarım parmak demir levhalar gösterdiler. Sultan Murad o denli güçlü ve hedefi vuran birisi ki levhaların bazı yerleri neredeyse delinmişti. Bahçede muhteşem bir bina bulunmakta ve burası padişaha sadece hoşça vakit geçirmeye yaramaktadır. Ortada bulunan çeşmedeki fıskiye, suyu serpmekte ve çevresine sıcaklığın aşırı olduğu sırada serinlik vermektedir. Size bir sarayı tasvir ettiğime göre, Türklerin yaşam şartlarına uygun nasıl döşediklerini anlatabilmem için mobilyalardan bahsedeceğim. Bütün zemin tamamen halıyla kaplıdır ve pencerelerin bulunduğu tarafta Türklerin sofa dedikleri bir kerevet yükselir. Bunun üzerinde de diğerlerine göre çok daha değerli olan bir halı örtülüdür. Türkler bu halının üzerinde Fransa’da bacakları birbirinin üzerinde bağlı çalışan terziler gibi oturuyorlar. Mevsimine uygun olarak duvarların yüzeyine Türkler saten ve diğer kumaşları asarlar…

 

İstanbul’daki saray haricinde diğerleri arasında en büyüklerinden biri olmasına rağmen Üsküdar Sarayı’nda çok az daire vardır. Bu dudumdan hareketle padişahın eğlence köşklerine gittiği zaman beraberinde ne kalabalık bir maiyet ne de çok sayıda kadın götürmediği düşünülebilir. Hanım sultanlardan sadece birisin odasına bana gösterdiler, Fransa’daki köle ve uşakların yaptıkları gibi karma karışık yatanlardan farkları olmasa gerekir. Bir daireden diğer daireye kadınlar arasındaki iletişim parmaklıklarla kaplı galeriler vasıtasıyla yapılıyor ve buradan kadınlar odalarda kendileri görünmeden başkalarını görebiliyorlar.

 

Bahçelerdeki düzenleme ikametgâhlara uygun değildir. Bahçede çimlik ya da çiçeklik hiçbir yer yoktur ve burası süs bitkilerinden ziyade sebze için ekilir. Bahçede ne sırayla dikilmiş ağaçlar nez de küçük ağaççıklar bulunmaktadır ve burada bol miktarda bulunan çam ve servi dışında başka bir ağaç da görülmez… Üsküdar Sarayı’nın bahçesinde gezinti yollarının Fransa’daki seyirlik top alanı gibi kapalı olmasından başka vurgulayacağım özel bir şey yoktur. Bana, gezinti yollarının üzerinin saray kadınları için örtüldüğünü söylediler.” [Du Loir 2016, 62-63].

 

Du Loir’in yapıları birbirine bağladığını söylediği kafesli geçitler Guillame Joseph Grelot’un 1672 tarihli çiziminde net olarak görülmektedir. Gerek Du Loir’in yaptığı açıklamalar gerekse Grelot’un çizimde görülen yapılar topluluğu Üsküdar Sarayı’nda uzun süreli ikametler yapıldığını, haremin hiç olmazsa bir bölümünün buraya nakledildiği göstermektedir.

 

Guillaume-Joseph Grelot’un 1670-1682 yılları arasında çizdiği gravürde, Üsküdar Sarayı’nın, büyük bir alana yayılmış çeşitli yapılardan oluştuğu görülmektedir. Benzer bir görüntüye Cornelius de Byrun’un 1679-1680 tarihli, iki ayrı gravüründe de rastlamaktayız. Buna karşı Anselmo Banduri’nin 1711 tarihli gravüründe farklı bir görüntü karşımıza çıkmaktadır. Vavassore’nin çizdiği gravür ile aynı bakış açısından, muhtemelen Küçük Çamlıca tepesinden çizilen bu resim ile deniz yönünden çizilen görüntüler arasında büyük fark vardır. Denizden bakılınca birbirinden kopuk gibi görülen yapılar, kara yönünde birbirleriyle kafesli geçitlerle birleşmektedir. Bu görüntünün Clausier du Loir’in 17 Şubat 1640 tarihli mektubunda yazdığı geçitleri yansıttığı açıktır. Ortada kırma çatılı yüksek bir yapı, Kadıköy yönünde kubbe ile örtülü bir diğer yapı ve Üsküdar yönünde piramidal çatılı bir diğer yapı. Yapılar arasında görülen kubbeler ve onların arasından yükselen, uçlarında birere alem olan bacalar muhtemelen acaba çizerin hayali midir?

 

Gerhardus Hofstedius’un 1713 tarihli panoramasında Üsküdar Sarayı’nın bulunduğu alan, deniz kıyısında kırma çatılı bir bina, onun gerisinde bir minare ve Kadıköy yönünde, ağaçlar arasında çok sayıda yapı ile işaret edilmiştir. 1735 tarihli Johann Jacop Andelfinger Haritası’nda da benzer bir görüntü yer almaktadır. Sahile paralel uzanan bir yapı, onun ortasında ve iki yanında kırma çatılı yapılar. François Vivares ile Richard Dalton’un 1752 tarihli panoramasında kıyıya yakın bir bölgede bazıları piramidal bazıları ise beşik çatılı bir gurup bina görülmektedir.

 

H. 1166/1752-53 tarihli Üsküdar Suyolları haritasında, Üsküdar Sarayı’nın oldukça detaylı bir çizimi bulunmaktadır. Bu çizim ile bazı panorama görüntüleri ve Banduri’nin görüntüsü büyük bir uyum içerisindedir [Çeçen 1991, 80; Türk-İslâm Eserleri Müzesi Nr. 3336]. Ortada iki kademeli bir kubbe ile örtülü ana mekân, Üsküdar yönünde piramidal çatılı, Kadıköy yönünde ise kubbe ile örtülü bir diğer yapı. Bu yapılar birbirleriyle koridor benzeri bir yapı ile bağlanmaktadırlar. Kadıköy yönünde bir cami ve kiremit örtülü beş adet bina bulunmaktadır. Renkli olan bu çizim de görülün gri renkli çatılar kurşun kaplı olduklarını, bu yapıların saraya ait olduklarını göstermektedir. Kırmızı renkli çatılar ise kiremit kaplı olup, muhtemelen saray hizmetlileri veya bu bölgede bulunduğunu bildiğimiz Kavak Gümrüğü’ne ait binalar olabilir. Çizimde 78 numara ile işaretle yapı için “Camii Şerif” yazılmış, Ayvansarayi Hüseyin Efendi bu alanda ve yakın çevresinde iki cami bulunduğundan bahseder [Ayvansarâyî 2001, 634]. Bunlardan biri Sultan I. Ahmed tarafından yaptırılan Kavak Sarayı Mescidi, diğeri ise Kavak İskelesi Mescidi’dir. Kavak İskelesi Mescidi’nin kırma çatılı bir bina olduğu bilinmektedir, o taktirde kubbeli bu yapının Kavak Sarayı Mescidi olması gerekir [Ekim 2016, 138-159].

 

Üsküdar Sarayı ile ilgili detaylı görünüşlerden biri Jean-Baptiste Hilaire’nin 1776-1782 tarihleri arasında yaptığı çizimdir. Kıyıdan oldukça yukarda, kayalıkların üzerinde yer alan saray yapıları kıyıya paralel oluşturulan bir duvarın gerisinde yer almaktadır. Yapıların merkezinde, anlaşıldığı kadarıyla kare planlı, piramidal çatılı taş bir yapı, onun sağında ortasında iki katlı geniş bir cumba bulunan uzun bir yapı, solda ise çevresi ahşap bir konstrüksiyonla çevrili çok katlı bir taş yapı, en solda ise, çevresi yüksek revaklarla çevrili kubbeli bir yapı görülmektedir. Hilaire biri hariç tüm yapıların padavra tabir edilen ahşap yongalarla kaplı olduğu imajının veren bir renk kullanmıştır. Ancak en soldaki revakların gerek çizim tekniği gerekse gri rengi kurşun kaplı olduklarını göstermektedir. Bu gravürünün renklerinin yanlış seçildiğini, görülen tüm yapıların, saraya ait olup kurşun örtülü olduğunu kabul etmek gerekir. Bu gravürün altında “Üsküdar’da Bağdat ve Kavak Sarayı Süleyman tarafından Pers Tarzında inşa edilmiş” notu bulunmaktadır. Bu notu dikkate aldığımızda hemen her gravürde karşımıza çıkan piramidal çatılı yapının Sultan IV. Murad döneminde Bağdat Seferi sonrası yapılan yapı olduğunu anlaşılmaktadır.

 

Üsküdar Sarayı yapılarının yerleşim durumu ile ilgili olarak günümüze bilgi aktaran iki kaynak Johann Baptist von Reben’in 1764 tarihli İstanbul Planı ile François Kauffer’in 1776 yılında yaptığı ve 1778 yılında revize ettiği İstanbul Planı’dır.

 

Her iki haritada da Kavak sarayı adı ile belirtilen yerleşimin çok büyük bir alanı kapladığı, yapıların genellikle denize yakın bölgede yer aldığı, saray alanı içinde yer yer büyük bahçeler ve tarla şeklinde alanlar görülmektedir. Kauffer haritasında bir bölümde “Grande Caserne de Cavaleire/Büyük Süvari Kışlası” notu bulunmaktadır. Muhtemelen harita üzerinde zaman zaman yapılan ek ve düzeltmeler yapılırken ilave edilmiş olmalıdır.

 

Üsküdar ve daha çok söylenen adıyla Kavak sarayı ile ilgili en ilginç görüntüler Louis-François Cassas’ın Fransız Büyükelçiliği’nde görevli olduğu 1784-1786 tarihleri arasında yaptığı çizimlerdir. Sergi Kataloğu’nda üç adeti yayınlanan bu çizimlere ulaşmam mümkün olmadı, başka çizimler var mı, bilmiyorum? Katalog’da yer alan üç adet resmin biri özel koleksiyonda, diğer ikisinde biri Paris, diğeri ise Köln’de bulunmaktadır. Paris’te bulunan renkli suluboya tablo 61.2x87.5 ebatlarında olup yapıları oldukça detaylı bir şekilde yansıtmaktadır. Kıyıdan oldukça uzakta, büyük bir set duvarının oluşturduğu bahçe içinde yer alan yapıların dört tanesi resmedilmiştir. Resmin en sağındaki yapı, set duvarı üzerinde, Topkapı Sarayı Sultan III. Osman (1754-1757) köşkünde bir örneğini gördüğümüz eğrisel bir destekle oluşturulan bir çıkmaya sahip olup, muhtemelen tepe pencereli bir divanhanedir. Çatı örtüsü olarak Hilaire’nin çizimlerine benzer bir kaplamaya sahiptir. Zaman içinde viran olduğu için kurşun kaplamalarını söküldüğünü ve bu nedenle ahşap kaplamaları açığa çıktığı için böylesi bir görüntü oluşturduğunu düşünmekteyiz. Onun hemen solunda yar elen çok katlı yapı ise görüntüyü örten ağaçlar nedeniyle çok net değildir. Geniş saçakları olan ve orta bölümünde set duvarı üzerine çıkma yapan, bir bölümünün üzeri kubbe ile örtülü yapı ise Aynalıkavak Kasrı’nı andırmaktadır. En solda yer alan yapının çevresi ise revaklarla çevrili olup, orta bölümünde bir kubbe benzeri yükselti bulunmaktadır. Resmin orijinal bir kopyası üzerinde yapılacak incelemelerin bize daha detaylı bilgi vereceğini düşünmekteyim. Muhtemelen en solunda görülen çevresi revaklı yapıya ait olan bu eskizde, kagir bir bodrum kat üzerine inşa edilen, çevresinde revaklar olan Topkapı Sarayı Bağdat Köşkü’ne benzer bir yapı görülmektedir. Üçüncü çizim de ise karşımıza muhteşem bir yapı çıkmaktadır. Kagir bir bodrum kat üzerine inşa edildiği görülen yapının tümüyle ahşap olduğunu zan etmekteyiz. Topkapı Sarayı III. Ahmed Kitaplığı’na benzer şekilde, çift taraflı merdivenle esas katına ulaşılan yapı, eğrisel eliböğründeler ile desteklenen geniş bir saçaklarla çevrilidir. Giriş bölümünün çatısı üzerinde üç pencereli musandra yer almaktadır. Yapının orta bölümü geniş saçakları olan kare planlı bir yapıdır, sol yanında bir baca yer almakta ve çatının tepesinde çok güzel olduğu anlaşılan bir alem bulunmaktadır. Yüksek olan bu bölümün tepe pencereleri net olarak belirtilmiştir.

 

1800’lü yılların hemen başında çizildiğini bildiğimiz Henry Aston Baker’in 3600’lik İstanbul Panoramasında Üsküdar sarayı görülmez, sarayın bulunduğu alanda yalnızca bir set duvarı izi seçilebilmektedir. 1844 tarihli harita büyük oranda Kauffer’in haritasının bir kopyası olmasına rağmen bazı yapı isimlerini belirmesi açısından faydalı olabilir. 1845 tarihli Mühendishane-i Hümayun Haritasında ise yerinde yeller esen Üsküdar Sarayı’ndan geriye hiçbir şey kalmadığı, bu alanda Selimiye Kışlasının yanı sıra büyük bir mahalle oluştuğu görülmektedir. Son olarak Montaigne Dunn’nın 1855 tarihli Selimiye Kışlası’nı seyretmekteyiz. Bir dönem sanacak kulesi olarak da kullanılan, ana gövdenin üzerinde iki kademe daha bulunan kuleler zaman içinde şekil değiştirerek günümüze ulaşır [Işın 2008, Ek Planj].

 

Üsküdar Sarayı konusunda iki kere araştırma yaptım ve makale yazdım, her ikisi de rahmetli Abdullah Kuran’ın bir anlamda gadrine uğradı. İlk çalışmamı 1984 yılındaki Milli Saraylar Sempozyumuna bildiri olarak hazırlamıştım. Ancak son dakika da İcra Komitesi’nde yer alan üyelerin bildiri sunmasının doğru olmayacağı karar verildi. Bildiri Özetleri kitabında yer alan özet yazım basıldı ama, esas metin basılmadı. İkincisi ise 1988 Mimar Sinan Yılı için hazırlanan “Mimarbaşı Koca Sinan Yaşadığı Çağ ve Eserleri” kitabı için benden istenen “Sinan’ın Sivil Yapıları” ile ilgili makaleydi. “Saraylar” ve “Köşk ve Kasırlar” başlıkları altında iki bölümden oluşan bu çalışmam da kitapta yeteri kadar yer olmadığı ileri sürülerek tam anlamıyla budandı ve anlaşılması güç bir özet halinde basıldı. 1988 yılında yaptığım bu çalışmayı elim varıp ta bir türlü bir kitap haline getiremedim. Aradan geçen zaman içinde bu konuda çok sayıda yayın yapıldı ve bilgi gün ışığına çıktı. Sanırım bir vakit bulup bu makaleyi bir kitap haline getirmem gerekiyor.

 

KAYNAKÇA

 

Ayvansarâyî 2001 Ayvansarâyî Hüseyin Efendi, (Haz. Ahmed Nezih Galitekin), Ali Sâtı’Efendi, Süleyman Besim Efendi, Hadîkatü’l-cevâmi, İstanbul Câmileri ve Diğer Dînî-Sivil Mi’mâri Yapılar, İstanbul, 2001.

 

Çeçen 1991 Kâzım Çeçen, Üsküdar Suları, İstanbul, 1991.

 

Danişmend 1971 İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul, 1971.

 

Du Loir 2016 Clausier du Loir, Du Loir Seyahatnamesi, Çev. Mustafa Daş, İstanbul, 2016.

 

Ekim 2016 Zeynep Emel Ekim, “Kavak İskelesi-Lala Beşir Ağa Camii, Vakıf Restorasyon Yıllığı, S. 12, İstanbul, 2016.

 

Eremya 1988 Eremya Çelebi Kömürciyan, XVII. Asırda İstanbul Tarihi, Haz. Hrand d. Andreasyan-Kevork Pamukciyan, İstanbul, 1988.

 

Erdoğan 1958 Muzaffer Erdoğan, “Osmanlı Devrinde İstanbul Bahçeleri”, Vakıflar Dergisi IV, Ankara, 1958, s. 149-182.

 

Eyice 1976 Semavi Eyice, Bizans Devrinde Boğaziçi, İstanbul, 1976.

 

Evliya 2003 Evliya Çelebi Derviş Muhammed Zılli, (Haz. Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı), Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnâmesi: İstanbul, İstanbul, 2003.

 

Genim 1984 M. Sinan Genim, “Kaybolan iki İstanbul Sarayı: Saray-ı Atiki Hümayun ve Üsküdar Sarayı”, Milli Saraylar Sempozyumu Bildiri Özetleri, İstanbul, 1984, s. 35-36.

 

Genim 1988 M. Sinan Genim, “Sinan’ın Sivil Yapıları”, Mimarbaşı Koca Sinan Yaşadığı Çağ ve Eserleri, İstanbul, 1988, s. 393-402.

 

Işın 2008 Ed. Ekrem Işın, Uzun Öyküler, İstanbul, 2008.

 

Kommena 1996 Anna Kommena, Alexsiad, Çev. Bilge Umar, İstanbul, 1996.

 

Kuran1986 Aptullah Kuran, Mimar Sinan, İstanbul, 1986.

 

Meriç 1965 Rıfki Melûl Meriç, Mimar Sinan Hayatı, Eseri, Ankara, 1965.

 

Peçevi 1981 Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, Haz. Bekir Sıtkı Baykal, Ankara, 1981.

 

Pinon 1994 Pierre Pinon, “Constantinople et l’Asie-Mineure”, Louis-François Cassas, Mainz am Rhein, 1994.

 

Villehardouin-Valenciennes 2001 Geoffroi de Villehardouin-Henri de Valenciennes, Konstantinopolis’te Haçlılar, Çev. Ali Berktay, İstanbul, 2001.