Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

TOKAT BAHÇESİ

 

Dionysios Byzantios, muhtemelen MS. II. yüzyıl sonlarına doğru yazdığı kitapta “Aietou Rhynkhos / Kartal Gagası” isimli bir burundan söz eder. Bazı yazarlar bu burnu “Selviburnu” olarak değerlendirse de bizce günümüzde Beykoz Kasrı’nın bulunduğu burun olmalıdır, çünkü ondan sonra “Amykos / Beykoz”un geldiğini belirtir. XVI. yüzyıl ortalarında bu kere aynı güzergahı izleyen Petrus Gyllius, Amykos adı verilen koyun gerisinde “Gronykhia kırsalı vardır” demektedir. Bu bölümde biraz karmaşaya düşen yazar, Byzantios ile Arrianos’un tariflerinde bir problem olduğu kanısına varır. Buradaki koyun ortasından suyu kesilmeyen bir çay aktığını; çayın ağız kısmında küçük köprüler olduğunu, içinde çınar ağaçlarının gölgelendirdiği saraya ait bir köşk bulunan bir bahçeden söz eder. Yunanlar’ın “Turkos” olarak adlandırdıkları bu koyda tahtadan yapılmış bir iskele vardır ve Sultan, sığ deniz kıyısını geçerek bu iskeleden bahçelerine inmektedir. Gyllius’un anlattığı bu iskele daha sonraları “Hünkâr İskelesi” adıyla anılacak olan iskeledir. Boğaziçi’nin Anadolu Yakası’nın altıncı biniş yeri olan bu iskele varlığını 1900’lü yıllara kadar korur.

 

Beykoz’a bir dönem adını veren “Amykos” mitolojide de yer alan bir kişidir. Poseidon’un oğlu olduğu kabul edilen Amykos bir devdir ve Bythynia bölgesinde Bebrykes isimli bir boyun kralıdır.

 

Tokat Bahçesi’nin fetihten sonra İstanbul’da inşa olunan ilk Osmanlı Bahçesi olduğu ileri sürülmektedir. Fatih Sultan Mehmed tarafından kurulan bu bahçenin adına Mevacib Defterleri’nde rastlanmamaktadır. Buna karşın en eski defterlerden itibaren bir “Bahçe-i Beykoz” kaydı bulunmaktadır. Evliya Çelebi’den atfen Fatih Sultan Mehmed bu bölgede avlanırken Mahmud Paşa’nın Tokat’ı fethettiğini öğrenir ve sevinerek bölgede bir bahçe ve saray yapımını emreder. Hemen hemen her yazar Evliya Çelebi’nin bu anlatımını esas alır ve bu bilgiyi hiçbir araştırmaya gerek duymaksızın olduğu gibi tekrarlar. Böylece de Evliya Çelebi’nin bu yakıştırması günümüze kadar devam eder. Tokat’ın Osmanlılar’ın hakimiyetine geçmesi Kadı Burhaneddin’in ölümü üzerine 1398 tarihinde Sultan Yıldırım Bayezıd dönemindedir. 1402 Timur İstilası sırasında ve Otlukbeli Savaşı öncesi Akkoyunlu Emir Ömer’in Bey komutasındaki birlikler her ne kadar Tokat’ı işgal ve tahrip etseler de bu olaylar kısa süreli olup, işgal güçleri herhangi bir savaşa sebep olmaksızın kısa süreli bir yağma sonrası şehri terk ederler. Bu nedenle Mahmud Paşa’nın Tokat’ı fethi söz konusu değildir. 1454 tarihli bir belgede Tokat bölgesine ait has, tımar ve zeâmetler ile vakıflarının hasılatına dair tahrir defteri bulunmaktadır.

 

“Tokat” eski Türk dilinde avlu anlamında kullanılan bir sözcüktür. Günümüzde de özellikle Antalya havalisi Türkmenleri “Tokat” sözcüğünü ağıl anlamında kullanmaktadırlar. Nicolae Jorga, 1472 yılında İstanbul’da veba salgını baş gösterdiğinde Fatih Sultan Mehmed’in Boğaz’daki Tatlı Sular’da inşa edilen köşküne giderek veba salgınının geçmesini beklediğinden söz eder. Otlukbeli Savaşı (14 Ağustos 1473) öncesi Beykoz vadisinde padişahın uzun süre konaklayacağı bir yapı topluluğu olduğunu bu kayıt da göstermektedir. Evliya Çelebi’nin aktardığı; “Tez şu mahalde bir bahçe yapılıp ismine Tokat Bahçesi desinler. Avlanan vahşi hayvanları saklamak için etrafına tokat çiti gibi çitler çekilsin” sözü de bu görüşümüzü doğrular. Tokat adı fethedildiği söylenen şehirden değil, etrafı çitlerle çevrili bir alandan gelmektedir. “Tokat” sözcüğü, aynı zamanda gebe kısrakların koruma altına alındığı çevresi çitle çevrili alanlar için de kullanılmaktadır.

 

Kanûnî Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde Tokat Kasrı’nın ne kadar kullanıldığı konusunda bir bilgi bulunmamaktadır. Evliya Çelebi XVII. yüzyıl ortalarında ziyaret ettiği Tokat Bahçesi için; “… Tek katlı bir köşk, büyük bir havuz ve büyük bir şadırvan yapmışlar ki hala adam boynu gibi havaya fırlayıp, yüksek kubbedeki altın tasa vurur. Böyle büyük bir köşktür. Bahçe ustası ve 100 adet bostancı askeri vardır. Bir ormanistan içinde dağa benzer vadidir. Padişahlar sürgün avı edip bütün hayvanları burada tokada tıkıp seyreder. Ekseriya Sultan IV. Murad Efendimiz bu güzel yerden hoşlandığından burada eğlenirdi. Burada bir yeşillik yerde cirit attıkları nişanı taşındaki tarihtir.” Eremya Çelebi, kitabının üçüncü kısmını teşkil eden ve 1673-1684 seneleri arasında yazdığı bölümde “Padişahlar, Tokat Bahçesi denilen bu yerde ava çıkarlar. Akıl ve dirayeti ile tanınmış Sultan Süleyman’ın burasını çok sevdiğini söylerler.” demektedir.

 

Antoine Galland, 1 Ağustos 1673 günü, Ekim 1670 ile 1679 tarihleri arasında Osmanlı İmparatorluğu nezdinde Fransız büyükelçisi olan Nointel Markizi Olier Charles-François ile birlikte Tokat Kasrı’nı gezer.

 

“Akşamın beşine doğru Son Ekselans Hünkâr İskelesine gitti ve gezinmekte olduğu sırada bu bölgenin muhafızı olan Bostancı, Tokat ve Beykoz denen bir sarayda istirahat etmesi için kendisini davet etti.”

 

Galland, köşkün vadinin sonuna doğru, kendisine daimî gölge temin eden sayısız ağacın ortasında yer aldığını söylemektedir. Padişaha ait olmakla birlikte ne güzel ne de haşmetlidir. Kapalı bulunan oldukça ufak bir odası ve ona bitişik olup, öbür yanları açık olan ve köşk denilen büyük bir salonu bulunmaktadır. Bu salonun ortasında havuzu mermerden olan bir çeşme bulunup, on altı muhtelif musluktan su vermekte ve her musluktan başparmaktan kalın bir su gelmektedir. Sarayın muhafızı olan bostancı çeşmenin ortasından bir suyun akmasını sağlar; bu su, on beş metre kadar yükseğe fışkırmaktadır. Akşam karanlığı bastığı için gezinin devamını ertesi güne bırakırlar.

 

2 Ağustos 1673 Çarşamba günü köşke tekrar gidildiğinde, bostancı elçiye köşkü gezdirir. “… Diğer bütün kasırlarda olduğu gibi, uzun zamandan beri kullanılmadıkları için bozulan ve çürüyen birçok şilte ve yastıklar bulunuyordu”. Köşkün içinde tahta üzerine yazılmış üç adet Türkçe beyit bulunmaktadır. Bu beyitlerin Sultan Ahmed (1603-1617), Sultan Osman (1618-1622) ve Sultan Murad (1623-1640) Dönemleri’nde yazıldığı anlaşılmaktadır. Burada bir dönem Sultan Murad’a ait bir ok ile yay bulunmakta ise de çok rutubetli olan bu yerde bozuldukları görüldüğünden İstanbul’a gönderilmişlerdir.

 

Fikret et ey dil ki doğduğun vaktin,
Halk handân idi ve sen giryân.
Ana sa’y et ki öldüğün vaktin,
Halk giryân ola ve sen handân.

 

(Ey gönül, düşün ki sen doğduğunda halk (yakınların) sevinçten gülüyor, fakat sen ağlıyordun. Öyle bir ömür geçir ki öldüğünde halk ağlarken sen gülesin.)

 

Galland, köşkün yakınında bulunan iki dikili taştan da söz eder. Bu taşlar şimdiki padişahın gençliğinde attığı bir okun kat ettiği mesafeyi göstermektedir. Ancak daha sonra taşlar üzerinde yaptığı tetkikte bu taşların IV. Mehmed değil, IV. Murad Dönemi’ne ait olduğunu belirtir.

 

Uzun bir dönem kullanım dışı kalan ve bu nedenle harap olan Tokat Kasrı, Sultan I. Mahmud (1730-1754) Dönemi’nde yeniden inşa edilir. Tchihatchef, XIX. yüzyılın ortalarında gezdiği bölgede Fatih Dönemi’ne ait hiçbir iz kalmadığını, özellikle Sultan III. Mehmed’in (1595-1603) yaptırdığı Kağıt İmalathanesi’nin bölgede önemli değişikliklere yol açtığını yazmaktadır. Hammer bu değişiklikleri esprili bir şekilde “Üretilen kağıdın kalitesi bu binanın güzelliğiyle orantılı olsa, bu imalathanede herhalde dünyanın en iyi kağıdın üretilirdi.” dediğinden bahseder. İzzî Efendi, Sultan I. Mahmud (1730-1754) döneminde buradaki kasrın yeniden tamirden geçirildiğini bildirir. “Beykoz kasabası ile Kavak Hisarı arasında leb-i deryaya yakın” olarak belirttiği Tokat Bahçesi’ni methederek 1746 yılı temmuz ayında buradaki harap olmuş olan sebillerin, havuzların ve kasrın tamir edildiğini, onarım sırasında yeni bir su kaynağı bulunarak bunun havuz ve sebilleri beslemek için kullanıldığını anlatır. Bu tamir sonrasında Nevres Efendi de bir kitabe kaleme alır ve Tokat Kasrı’nın Kanûnî Sultan Süleyman Dönemi’ndeki ihtişamına kavuşturulduğunu dile getirir. Nevres Efendi H. 1159 / 1746-1747 tarihini düşürdüğü dizelerinde yenilenen köşkün adını “Kasr-ı Hümâyûn-âbâd” olarak belirtir.

 

Sultan I. Abdülhamid’in (1774-1789) seyrek de olsa, Beykoz’dan Tokat Bahçesi’ne ve oradan Yuşa Tepesi’ne geziler yaptığı bilinmektedir. Bu tarihlerde Tokat Bahçesi ile ilgili çalışmaları yürüten bostancılar için bir bostancı ocağı inşa edildiği, Tokat Ocağı Kulluğu adıyla anılan bu yapının, Hünkâr İskelesi çayırın üst tarafında dört yol ağzı olarak anılan yerde yapıldığı aktarılmaktadır. Buna karşın, 1822-1823 tarihleri arasında düzenlendiği düşünülen son Bostancıbaşı Defteri’nde Tokat Ocağı Kulluğu’nun Beykoz İskelesi bitişiğinde olduğu görülmektedir.

 

Sultan III. Selim’in de (1789-1807) zaman zaman Tokat Bahçesi’nde konakladığı ve buradan Yuşa Tepesi’ne çıktığından bahsedilmektedir.

 

Sultan III. Selim Dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nda yenileşme hamlelerinin arttığı bir dönemdir. Bu dönemde sanayileşme çabalarına hız verilmiş ve Avrupa’daki bazı fabrikalar örnek alınarak yeni tesislerin yapımına başlanmıştır. İstanbul’un gerek coğrafi gerekse topoğrafik yapısı göz önüne alındığında bu gibi tesislerin yapımı için gereken arazilerin çok kısıtlı olduğu görülecektir. Düz bir alan isteği, ulaşım sorunu ve elbette buhar elde etmek için gereken su ihtiyacı. Bu nedenle çoğunlukla saraya ait olan hasbahçeler bu işlere tahsis edilmiştir. Hünkâr Çayırı adı ile anılan ve Tokat Bahçesi sınırları içinde kalan büyük bir alan sanayileşme çabalarına destek olmak amacıyla fabrika yapımına tahsis edilmiştir. 1804’de üretime başlayan Beykoz Cam Fabrikası, 1805’de açılan Beykoz Kağıthanesi, Hamza Efendi’nin Beykoz Debbağhanesi, Tokat Bahçesi’nin Hünkâr Çayırı’nın adıyla anılan bölümünün bir kısmına yapılan sanayi tesisleridir. 1816 yılında Kağıthane Binası onarılarak Teçhizat-ı Askeriye Fabrikası’nın kuruluşu gerçekleştirilir. Bir dönem sahilden vadi içlerine kadar uzanan Tokat Bahçesi’nin büyük bir bölümü sanayi tesislerine terk edilir. Bir bölümü ise gezinti alanı olarak halka açılır.

 

1826 yılında yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra Bostancı Ocağı da ortadan kalkar. Bu tarihten itibaren hasbahçelerin idaresi Istabl-ı Amire’ye bağlanır. Bu dönemde kasrı gören Hammer, kasrın eski zarâfetini kaybettiğini, son kalıntı ve harabelerin bile ortadan kalkmakta olduğunu söylemektedir. Tanzimat’ın ilanı sonrası 14 Nisan 1840 günü alınan bir kararla padişahlık makamına ait birkaç istisna dışında bütün gelir kaynakları ve idareleri Mâliye Hazinesi’ne devredilir. Bu arada Tokat Bahçesi, Sultan Abdülmecid’in emriyle, annesi Bezmiâlem Valide Sultan’a verilmiştir. Daha sonra ise bazı bölümleri Kethüdâ Hüseyin Bey’in mülkiyetine geçer. Sultan Abdülaziz (1861-1876) Dönemi’nde padişaha ait bir çiftlik işletmesi olarak varlığını sürdüren Tokat Bahçesi’nin Hünkâr İskelesi’ne kadar uzanan geniş arazisinin bir bölümünde iki adet kasır yapıldığı bilinmektedir.

 

1867 yılında İmparator III. Napolyon’un daveti üzerine Paris’te açılan Dünya Sergisi’nin açılış törenine, Şehzade Murad, Abdülhamid ve Yusuf İzzettin Efendiler ile birlikte katılan Sultan Abdülaziz, bu ziyareti iade amacıyla İstanbul’u ziyaret eden İmparatoriçe Eugénie onuruna bir resmigeçit töreninin düzenlenmesini düşünür. Avrupa imparatorlarından biri İstanbul’u ziyaret ederse şerefine bir resmigeçit törenin düzenlenmesi düşüncesi gerçekte sadrazam Fuad Paşa’ya aittir. Her ne kadar Eugénie’nin ziyareti sırasında Fuad Paşa vefat etmiş olsa da o sırada sadaret makamında bulunan Mehmed Emin Âli Paşa bu düşünceyi sultana iletir ve hayata geçirilmesini sağlar. 15 Ekim 1869 günü Beykoz Çayırı’nda kurulan bir kasrın önünde yapılan resmigeçit töreni, İstanbul’un yaşadığı önemli olaylardan biridir. Yüksek bir platform üzerine konumlandırılan ahşap yapı, anıtsal görünümüne rağmen bir tiyatro dekoru ya da fuar pavyonu kadar hafiftir. İşlevini tamamladıktan sonra sökülmek üzere tasarlanmıştır. Bir resmigeçit için yapılan bu ahşap yapının kısa süre sonra söküldüğü ve malzemesinin satıldığı söylenirse de bu yapının akıbeti konusunda günümüze kadar herhangi bir belge ulaşmamıştır. Sedad Hakkı Eldem, Sarkis (doğrusu Hagop) Kalfa’nın inşa ettiği bu kasrın XX. yüzyıl başlarında yandığını yazmaktadır. Hagop Balyan tarafından imparatoriçe onuruna yirmi gün gibi kısa bir süre içinde yapılan yapının “Tokat Köşkü” olarak nitelenmesi doğru değildir. Genellikle “Tokat Köşkü” olarak bahsedildiği için yaygın kabul görmesine karşın “Hünkâr İskelesi Kasrı” olarak isimlendirilmesi daha doğru olacaktır. Ali Rıza Bey de vükelâ vapuru ile Hünkâr İskelesi’ne gittiklerini; “İskeleden itibaren içeri doğru her tarafa çadırlar kurulmuş ve koca çayır seyircilerle hıncahınç dolmuş ve temaşa için ağaçlara çıkan halkın ağırlığından dalları sarkmıştı.” diyerek bu yapının deniz kıyısına yakın bir bölgeye kurulmuş olduğunu anlatmaktadır.

 

1940 yılında bölgeyi inceleyen Sedad Hakkı Eldem; “Çayırın içinde çeşitli mekân, çevre ya da alanlar teşkiline yardım elemanlar arasında, ağaçlarla çevrili yollar önemli bir yer işgal etmektedir. Bu önemde ağaçlı yollara başka bir mesirede rastlanmamıştır. Ağaçların boylarına bakılacak olursa, bu yolların en az bir buçuk, iki yüz yıl evvel kurulmuş olmaları gerekir. Bunların başlıcası, aynı ihtişamıyla birkaç kilometrelik bir mesafede olan Tokat bahçesine kadar uzanmaktadır.” demekte. Tokat Bahçesi’nden geriye kalan yapılar hakkında ise; “Uzunca bir dikdörtgen şeklinde olan bahçe iki sırt arasında uzanan bir vadiyi işgal eder. Asıl Tokat çayırı yukarı vadi tarafında idi ve cirit oyunlarına ayrılmıştı… Kapının arkasında bir sıra büyük ağaç ve ondan sonra bahçenin aşağı yukarı ortasında gelmek üzere sıra ile Valide Sultan Dairesi, büyük havuz ve Hünkâr Kasrı geliyordu. Hünkâr Kasrı Beykoz’a yakın tarafta idi. Bu kasırdan yalnız tonozlu katına ait bazı parçalar kalmıştır. Bahçenin en fazla dikkati çeken kısmı büyük havuzdur. Bu havuz, Hünkâr Köşkü’nden 15-20 metre mesafede ve uzunca bir şekilde olan bahçenin ortalama ekseni üzerindedir. Havuz iki kısımdan oluşur. Asıl uzun kısım ve onun ucunda bayır tarafındaki küçük ve yuvarlağa yakın şekli olan rokaylı (kabuklu deniz hayvanlarına benzer şekli olan) havuz. Küçük havuz, diğerinden bir metre kadar daha aşağıdadır ve suni bir kayalık ile çevrilmiştir. Uzun havuz tarafındaki kayalık, üst havuzun aşağı havuza şelaleler teşkil edecek biçimde akmasını sağlamaktadır.


Küçük havuzun ortasındaki grot biçimindeki adacıklar, fıskiyeleri gizlemek görevini yerine getirmek içindir. Yukarı havuz uzunluğu ile dikkati çeker. Sekiz metre kadar olan genişliğine karşılık uzunluğu altmış beş metre kadardır… Büyük havuzun iki tarafındaki alan çiçeklik olarak düzenlenmişti. Bugün bu alanlar mısır tarlası haline gelmiştir. Havuzun başındaki Valide Köşkü ‘fevkani’ idi, yani kagir tonozlu bir kısım üzerine oturtulmuştu. Bu kaide, bugün de ayakta durmaktadır. Köşkün arka bölüğü daha genişti ve Harem ağalarına mahsus daireleri taşıyordu. Köşkün divanhanesi, taş kaide üzerinde idi ve söylentiye göre içinde havuzlu fıskiye oyunları vardı. Köşk, havuzun ekseni üzerinde ve ona bütünüyle hâkim bir durumda bulunmaktadır… Bununla beraber, bütün araştırmalara rağmen ne Fatih’in ve ne de I. Mahmud’un yapılarına ait bir ize tesadüf etmek kabil olmamıştır.”

 

Büyük oranda tahrip olmuş olsa da Sedad Hakkı Eldem, bölgede bulunan yapılar ile ilgili en geniş bilgiyi vermektedir. Verdiği bilgiler doğrultusunda oluşturduğu bir kalıntı planı da mevcuttur.

 

1940’lı yılların sonuna doğru bölge yoğun bir göç alır ve vadi içine doğru çok sayıda kaçak yapı yapılır. Günümüzde artık Tokat Bahçesi’nden ve Tokat Kasrı’nın varlığından söz etmek mümkün değildir. 25 Eylül 2021 günü bölgede yaptığımız gezi sırasında tüm aramamıza rağmen, söz konusu yapılara ait herhangi bir kalıntıya rastlamak mümkün olmadı. Yaşı yetmişi aşkın kişilerle yaptığımız sohbetlerde bir dönem mezbaha olarak kullanılan bir alanda uzun bir havuz olduğunu, bundan yirmi, otuz yıl önce buranın çocuk parkı (Şehit Bayram Top Parkı) olarak düzenlendiğini öğrendik. Kesin olmamakla birlikte muhtemelen Fatih Sultan Mehmed Dönemi’ne ait avlu ve kasrın burada olması gerektiğini düşünmekteyim.

 

4 Mart 1944 günü “Tanin Gazetesi”ne yazdığı “500. Yıldönümü Hazırlık Programında Mühim Maddeler” başlıklı makalesinde Sedat Çetintaş, Tokat Kasrı için; “Şimdi biz bu kasrı ihya edemesek bile, bu tarihi hatırayı orada yaşatacak bir şeyler yapabiliriz.” demektedir. Sanırım artık çok geç günümüz Tokat Köyü’nde bırakın bu hatırayı yaşatacak bir şeyler yapmayı, mevcut yerleşim düzenini çağdaş hâle getirmek bile ne yazık ki çok mümkün değil.