Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

AKÇAHİSAR - KRUJE HACI MUSTAFA BABA TÜRBESİ

Osmanlıların Arnavutluk üzerinde hakimiyet kurması 1415 tarihinden itibaren başlar. Akçahisar (Kruya / Krujë) sarp bir alanda kaldığı için uzun süre hakimiyet dışı kalır. Deniz seviyesinden yaklaşık 600 metre yükseklikte bulunan Akçahisar 40.000.- metrekarelik bir alana sahiptir. Kasabanın isminin, kalenin altından çıkan su kaynağına (Arnavutça; Krujë) dayandığı söylenmektedir. Kale alanının 1500-2000 kişiyi barındırabileceği göz önüne alındığında Orta Çağ dönemi için orta büyüklükte bir şehir olduğu ileri sürülebilir.

Osmanlıların, Arnavutluk üzerinde hakimiyet kurmalarını takiben önemli bir Arnavut asilzadesi olan Ghion Kastriot ve Kastriyot, Sultan I. Mehmed’e bağlılığını bildirerek, Akçahisar’ın bir Osmanlı garnizonu olarak kullanılmasını kabul eder. Daha sonra Enderun’da yetişen oğlu İskender Bey’in Osmanlılara baş kaldırmasını takiben bağımsızlığını ilan ederek Venediklilerle iş birliği yapar. Akçahisarı ilk olarak Sultan II. Murad (1421-1444/1446-1451) 1447 yıllında muhasara eder, ikinci kere 1450 yıllında yeni bir deneme yapılır. Daha sonra oğlu Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) döneminde, 1466 ve 1467 senelerinde iki kez daha kuşatılırsa da fethedilemez. 1443 yılından beri Osmanlılarla savaşan İskender Bey’in 17 Ocak 1468’de ölümü üzerine sahip olduğu topraklar bir vesileyle Venediklilere intikal eder. 15 Mayıs 1477 günü başlayan ve on üç ay süren kuşatma sonucu16 Haziran 1478 günü, bizzat Fatih Sultan Mehmed’in kaleye girmesiyle fethedilir.

Muhtemelen ilk olarak bir cami inşa edilir. H. 1312/1894-1895 tarihli İşkodra Salnamesi’nde Akçahisar’da 16 cami olduğu kayıtlıdır. Ancak ilk yapılan caminin hangisi olduğuna dair bir bilgiye ulaşmak mümkün olmadı. Günümüzde Akçahisar Kalesi’nin girişinin hemen sağında, temel seviyesine kadar tahrip edilmiş bir cami ve yarı yıkık minaresi varlığını sürdürmektedir. Minarenin üzerinde yer alan Ayyıldız, bunca sene geçmesine rağmen bu topraklara armağan ettiğimiz geçmişin izlerini günümüze taşımaktadır.

On altı caminin yanı sıra Akçahisar’da yirmi altı tekke ve türbe ile bir adet hamamın bulunduğu da kayıtlıdır [Ayverdi, 2000, IV, 403-404]. 2015 yılı, Ocak ayında yaptığımız bir ziyaret sırasında, kalenin ovaya hakim bir burcu çevresindeki kubbeli bir yapı dikkatimizi çekmişti, ancak o gün çok acele uçağa yetişmek zorunda olduğumuz için ziyaret edememiş ve ne olduğu konusunda bilgi edinememiştik.

2019 yılı, Nisan ayı içinde Akçahisar’a ikinci kere gelme imkânı bulduk, bu defa doğruca o bölgeye yöneldik. Dar sokaklardan geçerek ilerlerken salnamede sözü edilen küçük hamam karşımıza çıktı, restore edilmişti, ancak kapısı kilitli olduğundan ziyaret edemedik. Biraz ilerleyince, yavaşça yükselen taş rampa, bizi küçük bir kapıdan girilen avluya ulaştırdı. Avlu girişinin sağına doğru türbe olarak yapılan yeni yapı ile karşılaştık. Onun arkasında ise kubbeli bir yapı duruyordu. Giriş kapısının üzerinde Hacı Mustafa Baba yazan bu yapı da bir türbeydi ve içine girince sağlı sollu iki sanduka ile karşılaştık. Kıble duvarının ortasında büyük, onun sağında ve solunda küçük birer mihrap bulunan bu türbenin tavan dahil hemen her tarafı kalemişi süslemelerle kaplıydı. Tam o sırada bardaktan boşanırcasına yağmur başladı, kapıdan içeri sular zemini kapladı ve ıslanmaya başladık. Ancak içinde bulunduğumuz yapı o kadar ihtişamlıydı ki ıslanmayı boş verip, fotoğraf çekmeye devam ettik. Hava karanlık olduğu için yeterli kalitede olmadığına inandığımız bu kareler yine de bize ışık tutacaktır. Tüm isteğimize rağmen yapıyı ölçme ve kroki çıkartma fırsatımız olmadı. Ancak daha sonra 7,20 x 7,20 metre ebadında olduğu bilgisine ulaştık.

Bektaşilik, Balkanların İslam dinini kabulünde son derece önemli yere sahip, tasavvufi harekettir. Bektaşi zaviye şeyhlerinin ortaya koyduğu hoşgörülü tutum ve davranışlar, Hıristiyan olan toplumun Müslümanlaşmasını kolaylaştırmıştır. Bu yolun kurucusu kabul edilen, Hacı Bektaşi Veli, Horasan’dan gelip Anadolu’ya yerleşmiş, İslam’ı Türklere sevdirmiş büyük bir mutasavvıftır.

Bektaşilik Balkanlara iki şekilde yerleşmiştir. Birincisi, XIII. yüzyılın erken tarihlerinde, bölge henüz fethedilmeden, gezginci dervişlerin bölgeye yerleşmeye başlaması ile olmuştur. Bu ilk adımda boş veya tenha bölgeler tercih edilmiş, buralarda tekke ve zaviyeler kurulmuştur. Bir görüşe göre bu akımın gerçek kahramanı Sarı Saltuk’tur. 1261 yılında Anadolu’dan on bin aileyi kapsayan kırk Türkmen kabilesi ile Dobruca’yı iskân eder. Bu tarihlerden kısa süre sonra Dobruca havalisi tamamen bir müslüman yerleşmesi haline gelir. Sarı Saltuk gerçek bir şahsiyet midir? Yoksa iki yüz yıl boyunca bölgede faaliyet göstermiş bütün sûfileri temsil eden bir simgesel kahraman mıdır? Tartışılan bir konu olarak güncelliğini korumaktadır.

Akçahisar’ın arkasında yer alan bir tepede Sarı Saltuk Dergâhı bulunmaktadır. Bu dergâh yalnız müslüman halkın değil aynı zamanda bölgedeki hıristiyanların da hürmetini kazanmıştır. H. 1312/1894-1895 tarihli İşkodra Salnâmesi’nde, Akçahisar’da tepedeki Sarı Saltuk Türbesi’nin yanı sıra yirmi dört adet tekke ve türbe olduğundan söz edilmektedir.

Arnavutluk, bektaşi tarihinde çok önemli bir yer işgal etmektedir. Balkanların tamamında en çok Bektaşi Tekkesi’nin bulunduğu ülkedir. Arnavut Bektaşiliğinin tartışılmaz merkezi Akçahisar kasabası olup, yanı efsanevi Sarı Saltuk Dede’nin mezarı da buradadır. Arnavutluk Kültür Devrimi’nin hışmına ve Enver Hoca rejiminin yıkımına dayanan bu türbe, eski Mustafa Baba Dolma Tekkesi’nin bahçesinde yer almaktadır. Yapının cepheleri sarı renkli, düzgün derzli taşlardan yapılmış olup, Osmanlı Baroğu tarzında pencereleri bulunmaktadır.

Muhtemelen XVIII. yüzyıl sonlarına doğru yapılan kare planlı türbenin duvarları barok süslemeler ile bezenmiştir. Bir bölümü yok olan veya büyük oranda tahrip olan bu süslemeler Lale Devri süslemelerinin, barok esintili birer örneği gibidir. Mihrabın gerek içindeki, gerekse her iki yanındaki kalemişleri rutubet nedeniyle bozulmuştur. Buna karşın batıya bakan duvarda bulunan beş satır halindeki yazının, ilk üç satırı net bir şekilde okunabilmektedir. Sol alt köşede ise H. 1222/1807-1808 tarihi, diğer bir yazıda ise H. 1193/1780-1781 tarihi okunmaktadır. Yapının pencere üstü seviyesinin tamamı kalemişi ile kaplıdır. Kare kaideden kubbeye geçişi sağlayan dört adet trompun içi sarmaşık dallarına benzeyen bezemeler ile kaplanmıştır, köşenin devamında ki orta aksta, içine çiçek demetleri yerleştirilmiş, çift kulplu bir vazo bulunmaktadır. Sandukaların baş tarafına gelen duvarda da kalemişi ile perdeli iki niş oluşturulmuş ve bunların çevreleri bitkisel motiflerle süslenmiştir. Buradaki vazo betimlemelerinin içindeki meyve ve özellikle de nar figürleri dikkat çekicidir.

Kubbe kasnağıda, benzer şekilde koyu kırmızı ve koyu mavi renklerin hâkim olduğu bitkisel motiflerle donatılmış, simetrik olarak oluşturulan madalyonların içine isimler yazılmıştır. Kubbe içini ise tarif etmek mümkün değil, gerçekten görmek gerekir. Burada sanatçı tüm coşkusunu kullanarak ortasından kandil sallanan, gök kubbe yaratmış gibi… Muhtemelen orijinal halini muhafaza eden, camları boyama içlik ise türbenin geçmişteki görkemini yansıtmaktadır.

Türbenin arkasındaki hazirede, bazılarının tepesinde on iki dilimli Hüseyin Tacı, bazılarının tepesinde ise piskopos tacı şeklinde çok ender rastlanan Elifi Taç bulunan birkaç mezar taşı da ziyaret edilmeye değer kültür mirasımız olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Hacı Mustafa Dede Türbesi günümüzde çok bakımsız olup, çatısından ve pencerelerinden su almaktadır. Çevrenin çok yağışlı olması ve duvar yüzeylerinin geçirgenliği gerek türbenin ana yapısına gerekse kalemişi süslemelerine zarar vermektedir. Dilerim en kısa süre içinde TİKA bu türbeyi onarım programına alır ve başarılı çalışmalarına devam eder.