Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

FİRUZAĞA CAMİİ

 

Camii; dilimize Arapçadan geçme bir kelime olup, cem toplamaktan, toplayan, toplayıcı, bir araya getiren, cem eden anlamına gelir Camii, Müslümanların içinde vakit namazlarıyla, Cuma ve bayram namazlarını kıldıkları ve ibadet ettikleri mihraplı ve minberli, genellikle tek minareli büyük mescit olarak bilinir. Geçmişte içinde minberi olan ve genelde bir veya birkaç kubbe ile örtülü ve çoğunlukla kâgir olan yapılara cami, içinde minberi olmayan ve hutbe okunmayan, bu nedenle de Cuma namazı kılınmayan yapılara ‘mescit’ denirdi.

 

Türk-İslam geleneğinde bir mahalle oluşmasının temel yapısı mescittir. Bazı mahallelerde birden çok mescit olmasına rağmen, en büyük ve en eski mescit çoğunlukla mahallenin adını taşımaktadır. Çoğu mescitlere dair günümüze intikal eden kayıtlarda yapının yapılışından yüz, yüz elli sene sonra minber ilave edildiğini görürüz.

 

Günümüz Beyoğlu ilçesinde pek çok cami ve mescit bulunmasına karşı Sultan II. Selim [1789-1807] tarafından annesi Mihrişah Valide Sultan adına Hasköy’de inşa ettirilen cami, Sultan II. Mahmud [1808-39] tarafından inşa ettirilen Nusretiye Camii ve Sultan Abdülmecid [1839-61] tarafından annesi Bezmiâlem Valide Sultan adına inşa ettirilen Dolmabahçe Camii haricinde selâtin cami yoktur.

 

Her ne kadar günümüzde isimleri camii olarak anılıyorlarsa da, gerek ahşap çatılı mimarileri, gerekse ilk inşaları sırasında minberlerinin olmaması sebebiyle bu yazımızda söz konusu olan Firuzağa Camii gerçekte birer mescittir.

 

 

Firuz Ağa Mescidi

 

Cihangir’de, Sıraselviler Caddesi ile Defterdar Yokuşu’nun birleştiği noktada, aynı isimle anılan küçük bir meydanın köşesinde yer alan Firuzağa Mescidi’nin banisi ile ilgili çeşitli rivayetler olmasına karşı net bir bilgi yoktur. Hadîkatül’l-Cevâmi’nin eski bir nüshasını özetleyerek Almancaya çeviren J. Von Hammer “Kurucusu Sipahioğlu Mehmed Ağa’nın oğlu olup, H. 1040 / 1640-41 tarihinde ölmüştür” notunu günümüze iletir. Gerçekten, mescidin kapısında yazılan H. 896 / 1490-91 gibi çok erken bir tarihte, çok az yapının ve iskânın olduğu bu bölgede bir mescit inşa edilmesi mümkün değildir.

 

17 Cemâziyelâhir 1238’de [1 Mart 1823] vuku bulan Cihangir yangınında mescit ve çevresindeki yapılar harap olur. Kısa süre sonra Sultan II. Mahmud tarafından H. 1239 / 1823-24 tarihinde bugünkü yapı tümüyle yeniden inşa ettirilir.

 

Bazı camiler, örneğin Tahtakale Rüstem Paşa Camii ve çoğunlukla da mescitlerden eski kayıtlarda tahtâni veya fevkâni olarak söz edilir. Kelime anlamı ile “tahtâni” aşağıda olan, aşağıda bulunan anlamına gelmekte birlikte, tahtâni sözcüğü düz ayak girilen veya zaminden yüksek olmayan veya bir miktar aşağıda olan yapıları tarif için kullanılmaktadır. Bu sözcüğün karşıtı olan “fevkani” ise üstte olan, yukarıda bulunan anlamına gelmekte olup, genelde alt katında dükkan veya benzeri hacimler bulunan, ibadet mekânlarını veya yapıları tarif için kullanılmaktadır.

 

Bu bilginin ışığında, Firuzağa Mescidi yeni hali ile fevkâni bir yapıdır. Hadîkatül’l-Cevâmi’de belirtilmediğine göre, anlaşılan daha önceki yapı tahtâni veya bir başka deyişle tek katlıdır. Sultan II. Mahmud döneminde yeniden yapılan yapının, giderek yoğunlaşan Cihangir iskânı içinde gelir getirici olması açısından alt katının dükkân olarak yapılması planlanmıştır.

 

İki katlı mescidin dış duvarları kâgir, kiremit kaplı, dört eğimli çatısı ise ahşaptır. Mescide giriş için yapının pahlanmış köşesinde iki kanatlı bir ahşap kapı bulunur. Küçük bir sahanlıktan dik merdivenler ile çıkılan son cemaat yeri, dar ve uzun bir mekândır. Kare planlı ana mekân ise her iki yanda kare kesitli dörder kolon ile genişletilmiştir. Oldukça yüksek olan ana mekânın kıble yönünde, yuvarlak kemerlidört, sağ ve sol duvarlarda ise aynı nitelikli dörder pencere bulunmaktadır. Ana mekânı son cemaat yerinden ayıran duvarda da dört pencere bulunmakta olup, bunların girişe göre solda kalan ikisi daha sonra dolaba dönüştürülmüştür. Ana mekânın her iki koluna doğru birer aks uzatılan, böylece ana mekânı sarmalamış hissi veren ve son cemaat yerinden çıkılan bir kadınlar mahfili de vardır.

 

Gerek ana mekânın gerekse son cemaat yerinin duvarları devrinin modasına uygun şekilde gölgeli barok kalemişi ile süslüdür. Yuvarlak kemerli bir niş şeklinde yapının dışına taşan mihrabı da perdeli kalemişi ve mermer taklidi sıva ile bezenmiştir. Döneminin özelliklerini aksettiren ahşap minberi ile daha sonraki bir dönemde yapıldığı anlaşılan bir de kürsüsü bulunmaktadır.

 

Girişe göre sağ arka bölümde yer alan tek şerefeli, kâgir minaresi kurşun külahlıdır. Oldukça geniş olan bahçesinde sekizgen planlı bir şadırvanı da bulunmaktadır. Hadîkatül’l-Cevâmi’de bahis edildiği gibi minberi Emine Hanım adında bir hayırsever tarafından daha sonraki bir tarihte yaptırılmıştır.