Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

BOĞAZİÇİ’NDE GEÇEN BİR HAYAT

Dr. M. Sinan Genim’i, mimarlık ve restorasyon konularında yazıp-çizen bir mimar ve Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma [TAÇ] Vakfı Başkanı olarak tanıyoruz. Geçen yıl 60. yaşı vesilesiyle, dostları tarafından iki ciltlik bir armağan kitapla onurlandırılmıştı…

İsmi, bu günlerde görkemli bir kitapla gündemde: Konstantiniyye’den İstanbul’a, XIX. Yüzyıl Ortalarından XX. Yüzyıla Boğaziçi’nin Rumeli Yakası Fotoğrafları. Suna- ve İnan Kıraç Vakfı tarafından yayımlanan iki cilt halindeki bu kitap, aslında bir serinin başlangıcı. İstanbul’un ilk fotoğraflarından oluşan dizi, muhtemelen yine ikişer ciltlik kitaplar halinde Boğaziçi’nin Anadolu Yakası, Suriçi [Eski İstanbul], Surdışı ve Haliç şeklinde devam edecek.

Dr. M. Sinan Genim, fotoğrafları tanımlamakla yetinmemiş, her birine -makale boyutlarında- açıklamalar yazmış… Genim’le kitabını ve çocukluğunun İstanbul’unu konuştuk.

Ömer Faruk Şerifoğlu: Sayın Genim, İstanbul için şimdiye kadar yapılan en görkemli kitaplardan birine imza attınız. Nasıl başladı bu kitabın öyküsü?

Sinan Genim: Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın büyük bir fotoğraf koleksiyonu var. İzmir ve Bursa’ya dair yayımlanan albümleri biliyorsunuz. İstanbul’a sıra geldiğinde, yazımına ben talip oldum. Sayın Ahmet Abut’un çabalarıyla oluşan koleksiyona bazı fotoğraflarla katkılar yaptık. Mevcut fotoğrafları bir mimar gözüyle, okumaya çalıştım. Bir tarihçi, sanat tarihçisi veya konuya ilgi duyan hemen herkes farklı şeyler görüp farklı okumalar yapabilir. Mükemmeli yapacağım diye hiçbir şey yapmamaktansa, birşeyleri gündeme getirdiğimizi sanıyorum. Elbette, ilerki yıllarda yeni okumalar, değerlendirmeler yapılacaktır. Ben bu çalışmayı İstanbul’a bir borcum olarak gördüm ve bu duyguyla yapmaya çalıştım, başarabildiysek ne mutlu bize.

Şerifoğlu: Yaşadığınız şehrin İstanbul olduğunu ne zaman kavradınız ya da fark ettiniz desem?

Genim: Böyle bir şehri kavramak ne kadar mümkün, bilemiyorum. 60 yaşımı geçtim, her gün yeni bir şeyler öğrenmeye devam ediyorum.

Fatih Sultan Mehmed, Fatih Camii Vakfiyesi’ne yazdığı girişte, "Hakiki sanat muhteşem bir şehir vücuda getirmek ve halkının kalbini saadetle doldurmaktır" diyor. Sonra bu bilinçle yüz yıl içinde tüm dünyanın hayran olduğu, XVI. yüzyılın muhteşem İstanbul’u yaratılmış. Petrus Gyllius’a "Dünyada bütün şehirler ölüme mahkumdur, fakat İstanbul, insanlar var oldukça yaşayacaktır" dedirten işte bu İstanbul’dur.

Mesela, çoğumuz Nedim’in İstanbul’la ilgili şiirini biliriz. Ama ben Latifi’nin XVI. yüzyıldaki,

"Öyme ey hace bize Hind-i Hata vü Hoten’i
Bundadur lütf-ü şeref buna Stanbul dirler "

dizesini bu araştırma vesilesiyle öğrendim, demek ki öğrenmenin sonu yok.

Şerifoğlu: Sizin İstanbulla maceranız ne zaman nerede başlar?

Genim: Kuzguncuk’ta doğdum, büyüdüm; köklerim yüzyıllardır orada... Hemen hepsi Nakkaştepe’de doğmuş, büyümüş ve orada yatıyorlar, doğdukları yeri terk etmeden, edemeden...

Çocukluğumdan ilk gençliğime kadar gelen süre içinde ara sıra evde bir telaş başlardı: Haftaya şehre gidilecek. Büyük teyzelerin oturduğu Fatih ve Aksaray ya da babaannemlerin oturduğu Piyalepaşa’ya ama herşeyden evvel şehre... Kuzgunzuk’tan Köprü’ye vapurla on beş dakikada gidilirdi, bilemedin yirmi dakikada, lakin orası şehir idi bizimikisi ise köy.

Orada bizden biraz uzakta şehir yaşardı. Bizlerse Boğaz’ın karşı yakasından onu izlerdik... Uzaktan izleye izleye bu şehre aşık oldum. Eh, insan aşık olunca da, elbete sevdiğini tanımak anlamak ister. Bende tanımaya, anlamaya onu okumaya çalıştım, her halda bu çabam 7-8 yaşlarında başlamış olmalı.

Şerifoğlu: Bugüne kadar İstanbul için neler yaptınız ve de neler yapmayı düşünüyorsunuz?

Genim: Çok eskilerde kalan bir dönem 1967-1969 yılları arasnda Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayları’nda çalıştım. Küçüksu Kasrı’nın restorasyonunu yürüttüm. Sonra asistan olarak üniversiteye geçtim, bu arada Topkapı Sarayı’nda bazı restorasyonların gerçekleştirilmesinde katkım oldu, bu dönemde çok şey öğrendim. İstanbul’a katkım daha çok restorasyon ağırlıklıdır. 1980’lerdeki yangından sonra Büyükada Anadolu Klübü, Bağlarbaşı Abdülmecid Efendi Köşkü, Sadullah Paşa Yalısı, Sevgi ve Erdoğan Gönül, Hatçe ve Faruk Süren Evi gibi şimdi adını saymakta güçlük çektiğim pekçok yapıya yeni bir gelecek sağlamaya çalıştım. Son dönemlerde yaptığım bazı yapılar arasında Tepebaşı’ndaki Pera Müzesi, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü gibi mekânlar var. Şimdilerde eski Galatasaray Postanesi’ni Galatasaray Müzesi yapmak için uğraş veriyorum. Ancak en büyük hülyam bir dönem büyük bir yıkıma uğrayan Eminönü Yemiş Çarşısı’nı yeniden hayata kavuşturmak için hazırladığımız projenin gündeme gelmesi ve uygulanması. Bir diğer güncel projemiz ise Okmeydanı Okçular Tekkesi’nin yeniden yapılabilmesi için yaptığımız çalışmalar.

Bu arada fırsat buldukça içinde yaşadığımız ve ne yazık ki farkına varmadığımız bu muhteşem şehir için makaleler yazmaya çalışıyorum, konferanslara katılıyor, televizyon da konuşmalar yapıyorum.

Şerifoğlu: "Konstantiniyye’den İstanbul’a" geri dönecek olursak, nasıl devam edecek bu seri?

Genim: Şu aralar "Konstantiniyye’den İstanbul’a" dizisinin yeni bölümleri için çalışıyorum. Anadolufeneri’nden Haydarpaşa’ya kadar olan Anadolu yakasını yazmakla meşgulüm. Bu bölümde iki cilt olacak, yaklaşık 400 fotoğrafı kapsamasını düşünüyoruz. Daha sonra Kadıköy-Pendik, Adalar, Beyoğlu ve Suriçi İstanbul’u fotoğrafları ile bu işe devam etmeyi planlıyoruz. Tabii zaman elverir, hayat devam ederse.

Daha yapılacak çok iş var, şikayet etmek, eleştiri yapmak yerine eğer bu şehirde yaşayan herkes kıyısından köşesinden üzerine düşeni yaparsa, hayatımız çok daha renkli ve mutlu geçecektir.