Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

GÜNÜMÜZ MİMARİSİNDE KALİTE

Batı toplumlarının, özellikle Anglo Sakson toplumların, doğu toplumlarına nazaran en büyük başarısı gerçeğe ulaşma isteğidir. Gerçek, nasıl olursa olsun gerçek. Gerçeği görmeden, gerçeğe ulaşma isteği olmadan ve gerçeğe ulaşmadan bir toplumun geleceğe güvenle bakması mümkün değildir. Ne yazık ki toplumumuzda gerçeğe ulaşma duygusu çok zayıftır. Gerçekler bizi ürkütür, hep etrafında dolaşırız, konuşuruz, tartışırız fakat gerçeğe ulaşmaktan korkarız. Bu nedenle problemlerimiz giderek büyür, içinden çıkılmaz hale gelir, şikayet ederiz, çevremizdeki toplumlarla kendimizi mukayese ederiz, kavga, gürültü içinde tartışırız, fakat sonuç elde edemeyiz. Çünkü gerçeğe tahammülümüz yoktur. Gerçek ve yalnızca gerçek, kişisel olarak bize zarar verse de artık gerçekleri konuşmak ve ulaşmak için çaba sarfetmeliyiz. Bu toplumu oluşturan hiç kimse bir diğerinden daha namuslu değildir. Çünkü, toplumlar birleşik kaplar gibidir ve herkes bir diğerinden ufak ayrıntılar dışında farklı olamaz. Bu bir gerçektir ve bu gerçeği gözardı ederek bir sonuca ulaşmak bence mümkün değildir. O halde artık gerçekleri konuşmak gerekir ki problemlerimize bir çözüm bulalım.

Uzun bir süredir, ülkemizdeki mimarlık faaliyetlerinin kalitesinde gerek proje, gerekse uygulama olarak çok ciddi sorunlar vardır. Giderek artan yaşam kalitesine karşın çoğunlukla yapılan yapılar büyük bir kalitesizliği yansıtmaktadır. Yetmiş yılı aşkın süredir varlığını sürdüren Cumhuriyet Dönemi’ne örnek gösterilecek yapı sayısı nerede ise iki elin parmak sayısı geçemez durumdadır. Uluslararası Mimari çalışmaların ikinci, üçüncü elden kopyaları, içerdikleri felsefeyi çözümleyemeyen kötü taklitler ülkemiz sathında yaygın olarak uygulanmaktadır. Bayındırlık Bakanlığı’nın proje yarışmaları sonucu yaptırdığı yapıların da kalitesizliği ortadadır. Anıtsal Mimari’ye örnek teşkil edecek olan gerek kamu, gerekse dini yapılar büyük bir kültürel kimliksizliği yansıtmaktadır.

Gelecek yüzyıllarda bu ülke topraklarında XX. yüzyıl Mimarisi’ne örnek teşkil edecek kaç yapı var acaba? Bu şikayetlere nasıl çözüm bulmalıyız? Bu konudaki çözümü meslek mensupları olarak bizler mi bulacağız, yoksa bu çözümlerin birileri tarafından bize dikta edilmesini mi bekliyoruz?

Bizce, mimaride kalite sorununu beş ana başlık altında inceleyebilir, buna göre hatalarımızı ve çözüm yollarını tartışabiliriz. Bu çözüm yollarının mutlak doğru olduğunu söylemek mümkün değildir, tespitlerde ise pek çoğumuzun o veya bu sebeple katılmadığı görüşler olabilir. Amacım, gerçeği görmektir, tek başına gerçeğe ulaşmanın mümkün olmadığını bilirim, isteğim doğruların tartışılması ve gerçeği bulma isteğidir.

EĞİTİMDE KALİTE
Öncelikle eğitim kurumlarında yapılan Mimarlık eğitiminin ortaya çıkan sonuç nedeni ile yetersiz kaldığını söyleyebiliriz. Prehistorya’dan Modern Mimari’ye kadar iyi kötü pek çok mimari örnek bulunan ülkemizde, dört yıllık eğitim sonucu ortaya çıkan kalite bu olmamalıdır. Öğrencilerimize görmeyi öğretemiyoruz, yeterli kültürel eğitimi veremiyoruz, araştırma ve daha iyiye ulaşma isteği taşımıyorlar, heyecanları yok, teorik düzeyde yarım yamalak bilgiler ile uygulama yapmaya girişiliyor, sonuç büyük bir kaos. Bu durumda, orta öğretimden gelen öğrenci kalitesi de belli iken ne yapmalıyız?

Öncelikle öğretim elemanları arasında bir heyecan yaratmalıyız. 18 Nisan 1998 günü İTÜ’de açılan II. Bilim Şenliği ve Deneme Bilim Merkezi nedeni ile basılan dergi içinde okuduğum bir kaç satır beni şok etti. Bu merkezin yapımı için İTÜ Öğretim üyeleri arasında açılan bir proje yarışması katılan projelerin yetersizliği nedeni ile iptal edilmiştir [Bilim Merkezi Vakfı Haberleşme 1998: 7.14]. Öğretim üyeleri kendi kampüslerinde yapılan örnek ve öncü bir denemeye bakınız ne kadar ilgililer. Bu ilgisizlik kanımca büyük ölçekte eğitim ve öğretim programlarına da yansımaktadır. Öğretim üyelerimizin büyük bir kısmı heyecanlarını kayıp etmiş devlet memurlarına dönüşmüştür. Bu yanlız İTÜ için değil ülkemiz sathındaki tüm eğitim kurumları için geçerlidir. Bu nedenle ilgi ve heyecanın arttırılması kanımca çok önemlidir. Diğer taraftan üniversiteler arası sınav ile mimarlık fakültelerine kabul edilen öğrencilerin yetersizliği önemli bir dezavantajdır. Mimarlık mesleğine ilgi duymayan, hayatta para kazanmak için herhangi bir üniversiteye girme zorunluluğu duyan gençlerin rastgele seçtiği okullarımız, öğretim kalitesinde önemli düşüşlere boyun eğmiştir. Bu düşüş eğitim programında yapılan değişikliklerle de farkına varılmadan arttırılmıştır. Temel Bilgi dersleri Tasarı Geometri, Topoğrafya, Maket Yapımı, Güzel Yazı Yazma gibi dersler kaldırılmış, yerleri bu boşluğu dolduracak disiplinlerle tamamlanmamıştır. Mimarlık Eğitimi sanki bir esin / ilham sonucu elde edilen bir uğraş gibi algılanmaya başlanmıştır. Yüzyılımızın en önemli bilim adamlarından olan Edison “Elde ettiğimiz her şeyin yüzde birini esine, yüzde doksan dokuzunu alın terine borçluyuz!” diyor. Gelde esine inan ve bir sonuç elde et.

Bu durumda bilgi birikimine ve mesleki disipline ağırlık vermeliyiz, ne yapabiliriz.

1. Rölöve, Tasarı Geometri gibi üç boyutlu düşünmeyi artırıcı derslerle yoğun bir üç boyut anlayışı kazandırılabilinir, iki boyutlu proje ile üç boyutlu yapıya geçişin öneminin anlaşılması sağlanabilir.

2. Kültür dersleri özellikle Mimari Kültür, Mimarlık Felsefesi, Kültür Tarihi dersleri teoriden çok uygulama ile (yerinde geziler, dia gösterileri, filmler) verilebilir.

3. Görme, iyiyi kötüden ayırma duygusunu geliştirecek eğitime ağırlık kazandırabilinir.

4. Öğretim Üyeleri’nin ve öğrencilerin yaptıkları çalışmalarda heyecan duymaları sağlanabilir.

5. Mimarlık mesleğinin bir organizasyon olduğu, tek başına çözüme ulaşmanın mümkün olmadığı, bir yapının betonarme, statik, tesisat, elektrik, aydınlatma, akustik, çevre düzeni, vs. disiplinlerle bir bütün olarak çözümlenmesi gerektiği anlatılmalı, öğretilmeli ve bilinçaltına işlenmelidir.

TASARIMDA KALİTE
Mimarlık Sanatı’nın proje çizme değil, yapı yapma sanatı olduğu yoğun olarak vurgulanmalıdır. Meslek kuruluşlarımız dahi söz söylemeyi, kağıtta proje onaylamayı; uygulamayı takibe, onun getirdiği sorunları çözmeye, kötü niyetten değil, bilgisizlikten dolayı yanlış yapan meslektaşlarının kalitesini yükseltmeyi tercih etmektedirler. Çünkü, oturulan yerden laf üretmek kolaydır, çözüm üretmek çaba ister, emek ister, zaman ister. Kolay kahramanlıklar, üstü örtülü rant paylaşımları varken, kim sokağa dökülmek, yağmurdan çamurda emek sarfetmek ister. Tasarımda kalitenin en önemli sorunu kültürel birikimdir.

Teknik öğrenilebilir, önemli olan Kültür’dür. Mimar yalnızca tasarladığı proje ile yaptığı yapıya değil, onu kullanan, onun içinde yaşayan insanlara da kalite getirir, onların Dünya’yı algılamasını kolaylaştırır, yaşam sevinçlerini arttırır. İyi düzenlenmiş, sağlıklı mekânlar ülke insanlarını mutlu eder. Kendi kültürünün kaynaklarından beslenmeyen bir tasarımın kalitesinden söz etmek oldukça güçtür. Detaylarını arkasında duran hayat felsefesini bilmediğimiz kültürlerin örneklerinin görsel kopyaları ile sonuca ulaşmak çok zordur. Daha yoğun çalışarak bu konudaki bilgilerimizi arttırmalı, hem kendimizi, hem de dünyayı yeteri kadar öğrenmeliyiz. İnanıyorum ki tasarım kalitesi bundan öteye daha iyileşecektir. Bence tasarım sorunu ile kültürel yetersizlik birbirine karışıyor. Biz Dünya’ya nasıl bakarsak o da bize öyle bakar. O halde;

1. Tıpkı öğrenim aşamasındaki gibi mimarlara yapının tüm disiplinler ile bir bütün olduğu anlatılmalı, betonarme veya statik proje ile çakışmayan, tesisat ve elektrik projeleri ile bütünleşmeyen, çevre düzeni, aydınlatma, akustik çözümleri içermeyen projeler üretmemeleri sağlanmalıdır.

2. Okuldan mezun olan ve mimarlık diplomnası alan herkes mimarlık yapma hevesindedir. Bu konuşmamızda pek çok kere anlatmaya çalıştığımız gibi mimarlık uzun ve yıpratıcı bir çalışma sonucu elde edilen, esinden çok alın terine dayanan bir meslektir. Yeteri kadar deneyim sahibi olmadan, üç boyutta elde edilenleri değerlendirmeden, yalnızca proje çizmek hem mesleğe, hem de bu yapıları kullanan insana saygısızlıktır. Bu nedenle mimarlık fakültesi mezunlarının belirli bir süre Mimarlar Odası’nca sınıflandırılmış bürolarda staj yapmaları, daha sonra Oda tarafından yapılacak sınav sonrası Mimarlık hak ve selahiyetlerini kazanmaları için çalışma yapılmalıdır.

BÜROKRASİDE KALİTE
Ülkemizde yapılan hemen hemen tüm yapılar merkezi veya yerel yönetimlerin denetim ve onayından geçmektedir. İmar Kanunu, Yönetmelikler, yönergeler ve bir süre kağıtta kalan denetim önerileri. Peki, bu yoğunlukta bir denetim sonrası, gerek kentsel ölçekte, gerekse tek yapı ölçeğindeki bu kaos, içinde yaşadığımız bu gerçek nasıl oluyor da ortaya çıkıyor. Kişisel olarak, varolduğu sanılan bu denetimin gerçekte olmadığı inancındayım. Kağıt üzerinde varolduğunu sandığımız bu denetim, gerçekte yok. Çünkü bu denetim metodları iyiye ve güzele ulaşmak için değil, başkaca amaçlara hizmet etmesi için kullanılıyor, bu yöntem herkesin işine geliyor ve hiç kimse düzeltilmesi veya gerçek amacı için kullanılması konusunda çaba harcamıyor.

"Yasaların çok sayıda oluşu, çoğu zaman ahlak bozukluklarına özür teşkil eder; oysa sayıca pek az, ama sıkı sıkıya uygulanan yasalara sahip devletin yapısı daha düzenlidir." günümüzden yaklaşık üçyüzaltmış yıl önce Descartes böyle söylüyor [Descartes 1984: 21].

Bu gerçek ortada iken bizim odamızıda bürokratik mekanizmalar yaratma çabasında görmek beni hayrete düşürüyor. Odaların uyguladığı vize işlemi bir denetim değil, para alma amacı ile yapılıyor. Nereden biliyorsunuz derseniz? Gelin yapılan vize sonucu onaylanan projelere bakalım ne kadar kalite içeriyorlar? Statik, tesisat ve elektrik projeleri ile ne kadar uyum içindeler? Bu vize ve denetim işlemini yapan meslektaşlarımızın bilgi birikimleri ne ölçüde? Üstelik son zamanlarda yapılan "Korunması Gerekli Kültür Varlıkları"na ait vizeler sonucu alınan ücretlerde kanuna aykırı, ama olsun biz yaptık oldu felsefesi ile yapıyoruz ya, ne olursa olsun [2863 sayılı yasanın 21. maddesi]. Ayrıca madem gerçek dedik, tüm gerçeği dile getirelim, odaya yakın elemanlar ile herhangi bir meslek mensubu arasında vize işlemi sırasında yapılan ayrımda bir gerçek. Bazı projelere laf olsun diye, bazılarına ise karşı çıkma amacı ile vize uygulanıyor. ÇED uygulamasının farklılığı, büyük ölçekte siyasi ve şahsi görüş içermesinin, ülkemiz açısından faydalı olacak olan bu uygulamanın ölü doğmasına yol açtığı bir gerçek değil mi?

Ne yapmalıyız?

1. Denetim yol ve metodlarını azaltmalıyız, herşeyi ve herkesi toplumca denetlemeye değil, herkesin kendisini denetlemesini sağlamaya çaba harcamalıyız.

2. Projeleri değil, yapıları denetlemeye çalışmalıyız. Proje aşamasında dört dörtlük olan tasarımların, uygulama aşamasında ne hale geldiklerini hepimiz biliyoruz. Eğer proje aşamasındaki denetimler yeterli olsa idi, Bayındırlık Bakanlığı’nın yaptırdığı yapıların dünyanın en mükemmel yapıları olması gerekirdi.

3. Denetimler ya odaca, yada yerel yönetimlerce yapılmalı ve denetim süresi en aza indirilmeli. Mimarların zaten çok az olan enerjileri bence denetim aşamasında tükeniyor ve yapıları herhangi birileri yapıyor. Denetim aşamasında kayıp olan bu zaman yapıların daha kaliteli yapılması için kullanılabilir.

UYGULAMADA KALİTE
Az sayıdaki büyük yapı hariç, genelde uygulamalar mimar denetiminden uzak, birilerinin elinde ve bildikleri gibi yapılmaktadır. Projeden anlayan, proje okumasını bilen uygulamacı sayısı çok azdır. Özellikle usta, kalfa ve kalifiye işçinin yaygın olarak yetişmesine olanak sağlayan konut mimarimizin kalitesi ortada. Peki bu insanlar, uygulama için gereken işçiler nereden yetişecek, uzaydan mı gelmelerini bekliyoruz? Bizler, meslek kuruluşları, mesleğimizi uygulayabilmek için gereken yapıları kimlere yaptırdığımızı hiç düşündük mü? Kürek kullanmasını bilmeyen ameleler, sıva yapmasını bilmeyen sıvacılar, projeyi boşver abi, sen bana bırak ben daha iyisini yaparım diyen tesisatçılar. Bu konuda çok kısa süre içinde radikal kararlar alınması gerekmektedir, uygulamayı denetleyen teknik adamdan, yapıyı fiilen inşa eden insanlara kadar uzanan bir kontrol mekanizması kurulmalı, ehliyet ve meslek içi denetim organizasyonları oluşturulmalıdır. Bu arada ülkemiz sathında yaygın olarak kullanılan büyük yalandan “işsizlik var yalanından” utanmalıyız, eğer bu kadar yoğun işsizlik varsa niçin yeterli sayıda eleman bulamıyoruz, niçin kişisel ölçekte de olsa yetiştirmeye çalıştığımız insanlar bu çabayı göstermekten kaçınıyor. Kolay yoldan, emek sarfetmeden geçinmek varken, kim emeğini ortaya koymaya çalışır?

1. Her mimarın tasarım yapması ve hayat boyu tasarımcı olması beklenemez, bir piramit şeklinde yapılanmaya ihtiyaç vardır. 1:1000 ölçekli tasarımdan 1:1 ölçeğe, denetim aşamasından uygulamaya kadar bir insanın aynı mükemmellikte başarılı olması beklenemez. Mimarlık bir ekip işidir. Tasarım yapan, bunu çizen, detaylarını halleden, bilgi birikimi olan insanlara gerek vardır. Uygulamaya dönük çalışacak insan sayısını artırmalıyız. Projeye baktığı zaman ne olduğu anlayacak, ne yapılması konusunda karar verecek yeteri kadar eleman yetiştirmeliyiz. Mimarlık Fakülteleri’nin daha ilk sınıfında 2r + b = 63 diyerek, nerede ise bir sömestir merdiven çizmesini öğretiriz. Gelin içinde yaşadığımız yapıların merdivenlerine bakın ve gerçeği görün. Acaba nerede yanlış yapıyoruz?. Bu gençleri merdiven çizme yerine, bir iki merdivenden inip çıkarsak eminim daha faydalı olur.

2. Yapı yapan insanlarımızı gerek meslek içi, gerekse meslek dışı sınıflandırmalıyız. Her önüne gelenin yapı yapmasına mani olunmalıdır. Millî Savunma Bakanlığı’na fasulye satana denetim getiriyoruz da, ülke sathında yaygın olarak yapılan bu faaliyete niçin bir denetim getiremiyoruz. Devletin ve odanın denetimi kağıt üstünde değil, yapı üstünde olmalıdır.

KULLANIMDA KALİTE
Yapılarımızın ve çevremizin çok kötü yapılıyor olmasının yanı sıra çok kötü kullanılıyor olması da üzerinde önemle durulması gereken bir gerçektir. Onarım ve küçük ölçekli tamir anlayışı tümden unutulmuş gibi, bir yapı çökme veya kullanılamaz hale gelmeden onarıma alınmıyor. Küçük müdahalelerle, periyodik bakımlarla ömürleri uzatılabilecek yapılar bakımsızlık ve hor kullanım nedeni ile kaderine terk edilmiş, yapılarımızın yanı sıra şehirlerimizin en merkezi bölgeleri de kullanılamaz haldeler. Yürürlükte bulunan İmar Kanunu ve Yönetmelikleri bu durumu görmezden gelmekte, bir çözüm içermemekte! Meslek Kuruluşları olarak bu büyük ekonomik potansiyeli değerlendirecek çözümler üretmeliyiz. İnsanlarımıza şehirlerimizi ve yapılarımızı uygarca kullanma alışkanlığı kazandırmalı, bu konuda terbiye edici öneriler geliştirmeye çalışmalıyız.

1. Yerel Yönetimler yapıların periyodik bakımı için önlemler almalıdır. Belirli sürelerde bakımı yapılmayan yapılar ya zor altında yaptırılmalı, ya da kamulaştırılmalıdır.

2. Şehir estetiğine aykırı yapıların denetimi artırılmalı, bu yapıların belirli bir plan çerçevesinde yenilenmesine gidilmelidir. Çevre düzeni ve çevre bakımı mecbur kılınmalı bunun için etkili tedbirler alınmalıdır.

SONUÇ
Mimarlık mesleği bir yapı yapma ve onu kullanmayı öğretme sanatıdır. Laf üretme, bitmez tükenmez entellektüel tartışmalar yaratma kavgası değil. Ülkemizin; sanatını seven, ciddi, çözüm üreten kişi ve kurumlara ihtiyacı var, aldığımız ve vermeye çalıştığımız eğitimin sonucu şikayet değil çözüm olmalıdır! Dedikodu, rant paylaşımlarından öyle veya böyle pay alma kavgaları bizleri bu içinden çıkılması zor duruma getirdi. Amaç bir çözüm bulmak, inanıyorum ki insanımız, biraz zor olsada bugün ve gelecek için çözüm üretecek potansiyele sahiptir, yeter ki buna inanalım ve yeteri kadar çaba harcayalım. Ülkeyi düzeltme çabalarına lütfen biraz ara verip önce kendimize ve mesleğimize bir çeki düzen verelim, gerçeği görelim, buna şiddetle ihtiyacımız var. Önceliğimiz bu olmalı.

Haydi hepimize kolay gelsin.

KAYNAKÇA

Bilim Merkezi Vakfı Haberleşme, 7, Nisan 1998, s. 14

Descartes 1984
Descartes, Metot Üzerine Konuşma, İstanbul 1984