Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

DEVLET KORUMA İŞİNDEN ELİNİ ÇEKMELİ...

Erhan İşözen: Uygarlıkların etkileri ancak kültür ve sanat mirasının zenginliği ölçüsünde devam edebilir. İstanbul çok değerli kültür ve sanat mirasına sahiptir. Yıllardır mimari alanda uygulama yapan birisi olarak etkin bir koruma ve değerlendirme nasıl olmalıdır?

Sinan Genim: İnsanların kendi düşünceleri doğrultusunda kendi cevapları vardır. Her meslek mensubu insan, zaman zaman bu tür soruları sormuştur kendisine... Geçmiş uygarlıklar, günümüz çağdaş yaşamının içine nasıl katılabilir ve çağdaş yaşamın vazgeçilmez bir parçasıdır diye. Eğer çağdaş konfora sahip mekânlar yoksa, insanların geleceğinin de olacağına inanmıyorum. Çünkü sağlıklı mekânlar insanların her türlü kültürel faaliyetine yön verir, bir ülkenin kültür hayatı iyi düzenlenmiş sağlıklı mekânlarla pekişir ve daha hızlı bir şekilde büyür. Bizim şehirlerimiz çok hor kullanılıyor. Şehirlerde yaşayan % 95’i aşkın bir çoğunluğun kentleşme kaygısı yoktur. Şehirli insanın daha farklı bir yaşantısının ve geçmişte o şehirde oluşan kültüre de saygısının olması gerekir. Türkiye’nin dışına çıktığınız zaman bütün bunları görüyoruz ve büyük bir özlem çekiyoruz. Bu özlemi bizim ülkemizdeki kültürel varlıklar eksik olduğu için mi çekiyoruz? Hayır, onları görmezden geldiğimiz, farkına varmadığımız, tanımadığımız için.

İşözen: Anıtsal yapıları bilmeyen insan zaten ayrıntının farkında olmayacaktır.

Genim: Şimdi geçmiş kültüre bakınca bu anıtsal yapıların üstünde ufak ufak kuş sarayları görüyorsun. Bu hem bir duygusallığı hem de detayda bir inceliği taşıyor. Demek ki onu oraya yapan insan böyle bir detay eksikliğinin farkına varmış. Günümüz şehirlerinde yaşayan insanların böyle bir duygu taşıdığını görmüyorum. Başka bir duygu ortaya çıkıyor. Bir an evvel zengin olmak. Bugün şehirlerin % 95 çoğunluğunun talebi; yüzyıllar boyu oluşmuş bir şehrin rantından istifade etmek. Bunu da hovardaca yemek, harcamak. Gelecek kuşaklara hiçbir şey kalmayacak. Senelerdir ben bu konuda kavga ederim. Bir grup arkadaş olarak, TAÇ Vakfı, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı gibi kuruluşlarla bu işe destek olmaya çalışıyoruz. Ama maalesef bunun da iyiye değil kötüye gittiğini görüyoruz. Çünkü korunması gereken kültür varlıklarının korunabilmesi için yaygın olarak insanların ona sahip çıkması lazımdır. Ama bu insanların bürokratik veya polisiye tedbirlerle de bu işe sahip çıkması sağlanamaz. Bu bir sevgi konusudur. Buna sivil toplum örgütlerinin sahip çıkması, böyle bir mekânsal şehir yaratma fikrinin kamuya yaygınlaştırılması gerekir. Bunun için çabalar var: Beyoğlu Güzelleştirme Derneği. Ama bunlar entelektüel insanlar, yani o bölgeye sahip çıkacak insanlarla yeterli diyalogları yoktur.

İşözen: Sadece romantik duyguların tatmini anlamında yaklaşıyorlar. Tabii ki bu, nostaljiyle olacak bir iş değildir.

Genim: Gerçekçi ve akılcı bir çözüm bulmadan yalnızca nostaljiyle bunu çözmek mümkün değildir. Geçen gün bir Amerikalı mimar geldi. Bana "Özlemim Roma’da mimarlık tahsili yapmak. Ama geldim İstanbul’da iki gün kaldım. Üçüncü günde sizinle konuşuyorum, İstanbul’da mimarlık tahsili yapmak Roma’dan daha önemli" dedi. Çünkü burada Helenistik dönem var, Roma var. 300-400 kilometrelik çeper içinde Prehistorya, Bizans, Selçuklu, Osmanlı var. Bizans tesirli Karaköy’deki yapılar var. Ama bu şehirde yaşayan insanlar bunun yeteri kadar farkında değil. Kamuoyunu bilinçlendirmek bir kere medyanın görevi. Yurt dışında en ufak yöresel televizyonlar bile o şehirdeki anıtlarını tanıtıp anlatıyorlar.

İşözen: Uygarlıkların, mimari mirasın doğal, tarihsel, kültürel değerlerin ve bu kavramların içine girecek her çeşit belgesel, görsel değerleri koruyan kurumlar yeterli mi? Sivil toplum örgütlerini işin içine bu kadar koyduk. Bir de devletin kurumları var. Bunlar yeterli mi? Sivil toplum örgütleriyle nasıl paylaşılmalı? Kurumlar üzerinde baskı oluşturabilecek ne tür söylemlerin olması gerekir?

Genim: Devletin, "Bu işi tek başıma yapacağım" demekten vazgeçip "Milletimle beraber yapacağım" demesi gerekir. Çünkü bu iş yalnız emir komuta zinciri içinde yapılacak bir iş değildir. Türkiye’de 1951’de kurulmuş Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu, koruma faaliyetlerinin ve koruma bilincinin bir aşamaya gelmesini sağladı. Ancak bu müessese yok edildi. Yerine devletin emirlerini bildirici müesseseler kuruldu. Devlet sivil örgütlere karar verme yetkisini de vermelidir. Karar verme yetkisi olmayan bir sivil toplum örgütü, nostaljik, aynı fikirde insanların bir araya geldiği, biraz da dedikodu yaptığı bir kıraathane kültüründen öteye gitmeyen bir oluşumdur. Devletin bu işten mümkün olduğu kadar elini çekmesi; buna gönül veren insanların oluşturacağı başka organizasyonlarla mümkündür. Bugün bir yapı en az yirmibeş yıl kullanılmak üzere yapılır. Yani bir mimar bugün yaptığı bir yapı için en az onbeş yıllık bir periyodu görmelidir. Niye Türkiye’de bu kadar çok yap-yık faaliyeti vardır? Çünkü bugün yapılan yapılar iki sene sonrasının yaşamına cevap veremez hale geliyor. Ortadaki bu yanlışlığı gidermek için de, devletin yapı faaliyetini denetleme işinden elini mümkün olduğu kadar çekmesi gerekir. Bürokrasi bu işi hafiflettiği takdirde kaliteli ve iyi binalar yapılacaktır. Bu kadar büyük denetleme varsa, bu kadar kötü yapılar ve şehirler nasıl ortaya çıkıyor? Kötü çözümler, kötü sonuçlar, kötü iş yapmaktan dolayı değil midir? Hiçbir ülkenin böyle on-onbeş senede bir yenilenen inşaat sektöründe para kaybetmesine tahammül edemiyorum. Akılcı insanların çıkıp bu işi durdurmamız gerekir demesi lazım.

İşözen: Türk yerel mimarlarını öne çıkaran, modern mimarlık anlayışını oluşturmaya çalışan çalışmalar var. Sözlerinizden bunları da değerlendiriyoruz kısmen. Sedad Hakkı Bey’in özellikle yalılarda, yeni teknolojilerle yorumlanmış geleneksel mimariye dönüşü söz konusuydu. Günümüzde yeniden geçerlilik kazanmaya başladı. Bir tarafta yığınla harap olmuş bir yapı stoku var. Bu arada da trendlerle yakalanılmaya çalışılan ama yerel mimarinin de ön plana çıktığını gösteren yeni teknolojilerle yapılan bir sürü yapı... Bu alandaki mimari çabaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok beylik bir soru oldu ama...

Genim: Beylik bir soru değil. Herkese sorulması ve herkesin de bu konu üzerinde düşünüp bir ortak fikir oluşturması gerekiyor. Bu yüzyılın başından beri anıtsal yapıdan kaynaklanarak bir mimari yaratma çabası var. Mimar Kemaleddin Bey, Mimar Vedat Bey’le I. Millî Mimari Akımı. Daha sonra Sedad Bey’in anıtsal yapının yanı sıra sivil yapılardan kaynaklanan bir tür millî mimari anlayışı var. Bu çok akılcı bir şey, çünkü evrensel boyutta yer alabilmek için öncelikle kendi kültüründen kaynaklanan verilerle yola çıkıp bir şeyler yapabilmek gerekir. Sadece Batı kültüründen kaynaklanan kopyalarla bir yere varabilmemiz mümkün değildir. Günümüz Türk toplumunda, insanların elindeki en büyük veri Türk sivil mimarisi. Bu mimari, ahşabın getirdiği narinlikle betonarme olarak uygulanmaya çok uygundur. Her binanın ve bugün dünya yüzeyinde bulunan bütün maddî varlıkların insanı daha mutlu etmek, yaşantısını daha da renklendirmek ve insanı mevcuttan bir adım daha ileriye götürebilmek için yapıldığı inancındayım.

İşözen: Yani yaşanabilir hale getirmek mi?

Genim: Yaşanabilirden öteye, binaların, insanların daha ileriye gidebilecek bir şekilde yaşaması için yapıldığına inanıyorum. Bu yüzden mesela benim Türkiye’de uzun zamandır uğraştığım, tartışılmasını gündeme getirmeye çalıştığım restorasyon usulleri var. Daha bu işler hiç tartışılmazken İlban Öz, Hüsrev Tayla ve ben oturup Türkiye’deki sivil korunması gerekli kültür varlıklarının restorasyonu için kararlar aldık. Yapıları gruplara ayırdık. Bu yapıların içlerine nasıl müdahale ederiz diye ve bir terminolojisi olsun diye. Bugün keşke elim kırılsaydı da o metni yazmasaydım diyorum. Bana o metni, böyle kullanıyoruz dedikleri zaman, onu ne için yazdığımı bilen biri olarak hayrete düştüm. Bunlar katı şeriat gibi uygulanan kurallar değil. Anıtsal yapılara müdahale ile konuttaki müdahale farklıdır. İki tane restorasyon usulü olduğuna inanıyorum. Bir tanesi arkeolojik restorasyon, bir tanesi mimari restorasyon. Arkeolojik restorasyon, insan yaşantısına çok fazla etkili olmayan yalnız seyirlik; görgüsünü, bilgisini artırmak isteyen insanların, hayatlarından çok büyük fedakârlık etmeksizin, yalnız görmek için gezdikleri mekânlardır. Ama mimari restorasyon yapıldığı zaman insan içinde hayatını sürdürecek, yaşayacak, onun içinde ölecektir.

İşözen: Anıtsal ve sivil mimarlık örneklerinin tarihsel, kültürel ve estetik değerlerini koruyan birçok uygulama yapmış, sizin yıllarca emek verdiğiniz TAÇ Vakfı’ndan söz etmek istiyorum. Hatırladığım vakfın çalışmaları arasında Sultanahmet Soğukçeşme Sokağı’ndaki restorasyon projesi, Anadoluhisarı Hekimbaşı Sâlih Efendi Yalısı, Çengelköy Sâdullah Paşa Yalısı var.

Genim: TAÇ Vakfı 1976 yılında kuruldu. O yıllarda devlet çok daha büyük ve merkezî idi. Bazı konularda bilgi birikimi sağlamış insanlara "gel ve full time çalış" diyecek durumda değildi. Bu yüzden böyle bir gönüllü kuruluşa ihtiyaç duyuldu. TAÇ Vakfı’nın kuruluşundaki en önemli noktalardan bir tanesi Amcazâde Hüseyin Paşa Yalısı’dır. Yalı Türkiye’de var olan en eski sivil mimarlık örneğidir. Yapım tarihi 1699. Bugüne kadar müdahale edilemedi. Devlet korunması gereken yapılara bürokratik olarak karışıyor, kurumlar da içine karışıyor ama Türk sivil mimarlığının en önemli bu yapısını gelecek yüzyıla intikal için hiçbir şey yapmıyor. Sadece lafta karışıyor. Uygulamada karışması mümkün değil, çünkü Amcazâde Hüseyin Paşa Yalısı Vakıflar İdaresi’nin denetimi altındadır. Bence kaderine terkedilmiş halde birinin kurtarmasını bekliyor.

İşözen: Kente yönelik hizmetler belediyeler tarafından yürütülüyor. Siz de yaşadığınız ilçenin mimar meclis üyesi olarak şehre hizmet veriyorsunuz. Batı’da belediye kadrolarında uluslararası tasarımcılar çalışıyor. Şehrin meydanları, sokakları bu insanların yeteneğine teslim ediliyor. Estetikleştirme, kaldırımdan şehrin güzelliğiyle ilgili aklınıza gelen her şey [çöp kutusu, otobüs durağı, lambalar vb]. Alt yapısı olmayan İstanbul için ne düşünüyorsunuz?

Genim: Ben her yerde söylüyorum. Sen kente gönül vermiş, kavga eden bir Don Kişot’sun. Çünkü senin türündeki tasarımcılar söylediğin gibi yalnız Batı’da vardır. Keşke bütün belediyelerde bu anlamda hizmet veren tasarımcılar olsa. Ben, belediye tarafından tasvip edilmemesi gereken bir planlamanın kızgınlığı ile belediye meclis üyesi oldum. Bu söylediğim konuların tartışıldığı hiçbir bölge meclis toplantısı yapılmadı. Belediye meclisi toplantılarının gündemine baktığımız zaman özellikle Büyükşehir Belediyesi’nde, 500 maddenin 488’ini imar tadilatı oluşturuyor. Bunların ötesinde bir söz söylemem mümkün değildir. Belediye meclislerinde iktidar mensubu olmayanların fikri yoktur. Yani iyi bir şey de önersen particilik anlayışıyla söylediğiniz her şey muhalefetmiş gibi kabul ediliyor. Bizim meclislerimiz bu tür fikir alışverişlerinin yapıldığı meclisler değil, insanların birbirlerini eleştirdiği ve hırpaladığı meclislerdir. Buralarda görev alan insanların ben hâlâ şehirli olduğu inancında değilim. Demokrasinin getirdiği özgürlüklerden istifade ederek buralara gelmiş insanlar. Bu ülkede bitmek tükenmez bir kaldırım faaliyeti vardır. Kaldırımlar bundan on-yirmi sene önce hem orijinal bir renkti hem de yüksekliği 10 santimetreyi geçmezdi. Yüksek kaldırım taşları bana şunu hatırlatıyor; kaldırım taşını yükseltelim, arabalar gelip üstüne park etmesin. Kaba güç gösterisi. Demokratik yaşamda kural vardır, herkes uyar. Trafik polisi aracı, girilmez levhası olan sokaktan geçiyor. Bu kurala önce bu kuralı koyanların uyması gerekir.

İşözen: Sadece eski eserlere fonksiyon vermek veya tamir etmek değildir. Aynı zamanda eski eserleri yaşanabilir hale getirmek, koruma bilincini de yaygınlaştırmamız gerekir. Yaklaşık 1500 yıl önce Ostrogot Kralı Teodorik yeni ele geçirdiği Roma için şöyle demiş: "Korumak yaratmak kadar önemlidir." Ümit ediyorum ki, biz de bu sözün arkasında durarak bu şehri korumaya çalışacağız.