Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

SUNA VE İNAN KIRAÇ AKDENİZ MEDENİYETLERİ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ

II. Müzecilik seminerinde kültürün önemini dile getirerek "kültür efsaneler, sözlü ve yazılı ifadelerden çok, görsel belgeler içinde yaşanan mekânlar ve kullanılan eşyalardan oluşur. İçinde yaşadığımız çevre ve mekânlar, okul öncesi eğitimimizde tüm hayatımız boyunca etkisini duyacağımız köklü alışkanlıklar edinmemize yol açar" demiştir.

İlk topluluklardan günümüze kadar hemen her uygarlık geçmişi korumaktan, ona yeniden hayat vermekten, var olanı geleceğe taşımanın insanlık için vazgeçilmez bir görev olduğundan söz eder. Peki! Bu görev yalnızca devlete mi düşer, toplumun diğer kesimlerinin, özel kurumların ve kişilerin kültürü yaşatmak, geleceğe taşımak ile ilgili görevleri yok mudur? Bu görev yalnızca kişisel midir, politik olmayan, devlet dışı örgütlenmeler mümkün değilmidir?

Günümüzde gelişmiş olarak isimlendirilen toplumlarda bu görev devletten, kamu kurum ve kuruluşlarından çok özel kişi ve kurumlarca üstlenilmiştir. Bu nedenle batı müzeleri ve araştırma kurumları daha çağdaş, daha düzenli ve daha hareketlidir. Devlet müze ve araştırma kurumlarının ağır ve statik görüntüsü yerine, daha dinamik ve daha meraklı bir karakter arz ederler.

1990 yılında Antalya Kaleiçi’nde bir kilise alan Suna ve İnan Kıraç yapının yenilenmesini istediler. Başlangıçta yapıya ne gibi bir fonksiyon verileceği konusunda net bir fikir yoktu; "yıkılıp yok olacağına, önce onaralım sonra bir fonksiyon veririz" düşüncesi hâkimdi. Bir konser salonu, Suna ve İnan Kıraç’ın ellerinde bulunan koleksiyonların zaman zaman sergilendiği bir mekân. Daha sonra kilisenin arkasındaki korunması gerekli bir diğer yapıda satın alındı, böylece iki yapıdan oluşan bir mekân elde etmek, Antalya’nın korunması gerekli kültür varlıklarına biraz olsun yeniden hayat vermek imkânı doğdu.

Ne yapılabilirdi, ne gibi bir fonksiyon çevreye daha olumlu katkıda bulunurdu? Genellikle ekonomi ve fen bilimleri konularında kurulan araştırma enstitülerinin bir benzeri "korunması gerekli kültür varlıkları" arkeolojik ve etnografik araştırmalar dalında kurulabilir mi idi? Öncelikle yakın çevrede bulunan, daha sonra ise tüm Akdeniz çevresindeki uygarlıklara ait dökümanlar ve bilgi bir merkezde toplanabilir miydi?

Suna ve İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü şimdilik bir aysbergin görünen ucudur. Enstitü ilgi alanı ve gelecekte ulaşması istenen büyüklüğü ile göz kamaştırıcı niteliktedir. Bulunduğu Kaleiçi’ne ve Antalya’ya gelişen teknolojik olanaklarla tüm Akdeniz çevresine araştırıcı ruhunu yansıtması için uzun süreye gerek olmayacaktır sanırım.

Güneş ve deniz bir gün daha güzel ve daha temiz bir güneş ve denizin alternatif çağrıları ile beğenisini yitirebilir. Ama, kültür.., geçmişten günümüze birçok medeniyetin ürünlerini yansıtan, yaşayan, çağdaş fonksiyonlar ile donatılmış mekânlar, her kuşak için merak duygusunu kamçılar, onu görme ve içinde yaşama arzusunu doğurur.

Genelde ülkemiz, özelde Antalya çevresi kültürel birikim açısından inanılmaz yoğunluktadır. Gündüz olduğu gibi, gecede kullanılabilir "Korunması Gerekli Kültür Varlığı" potansiyeline sahiptir. Aspendos Opera ve Bale Festivali buna bir örnektir, bu potansiyeli ülke yararına değerlendirmek yalnızca devletin mi görevidir? Özel kişi ve kurumlar başkaca öncü ve örnek faaliyetlerde bulunmak için artık çaba sarf etmelidirler, bu çabalar bir yarışa, ülkemizin geleceği için bir koşuya dönüşmelidir.

Suna ve İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü 18 Mayıs 1996 günü resmen faaliyete geçti. Hemen yakınındaki XVIII. yüzyıl Karamolla Makbule Mescid’in restorasyonunu üstlendi, pek yakın bir gelecekte özellikle Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün çıkardığı inanılması güç bürokratik engeller aşılabilirse, bu yapı kurtulmuş olacak, ona en az bir elli yıl daha ömür verebileceğiz. Ancak, geçmişi Roma devrine kadar uzanan ve uzunca bir süredir kaderine terk edilmiş olan Korkut Camii [Kesik Minare] için aynı şeyleri söylemek mümkün olamadı. Korkut Camii kalıntıları, burayı temizlemek, gezilip, görülebilir, hatta mümkün olan bir köşesinde ibadet edilir hale getirme öneri ve isteğimize rağmen Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce Enstitü’müze tahsis edilmedi, amaç nedir doğrusu anlamak çok zor. "İsterse yıkılıp, yok olsun, ama benim olsun", bu çağ dışı, çarpık düşüncenin ülkemizde nerelere kadar uzandığını zaten hep birlikte izlemekteyiz.

Korkut Camii’nin yarattığı düş kırıklığı, Anadolu’da ayakta kalan tek Roma İmparatorluk Takı’nın restorasyonu düşüncesi ile biraz olsun hafifledi. MS 130 yılında Roma İmparatoru Hadrianus’un Antalya’yı ziyareti şerefine yapılan Roma Takı-Üç Kapılar ve her iki yanındaki kale burçları, İtalyan Fiat firmasınında katkıları ile Antalya Büyükşehir Belediyesi izin verdiği taktirde restore edilecek. Bunların yanı sıra mayıs ayından bu yana geçen kısa süre içinde Korkuteli ve Elmalı yörelerine ait kadın ve erkek giysileri ile ilgili olarak Gazi Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Örçün Barışta’nın yönetiminde dört adet yüksek lisans tezine katkıda bulunuldu. Tezler bitti, üniversite ve enstitüde araştırmacıların bilgi ve istifadesine sunuldu. 29 Eylül 1996 günü Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü ilk Bilim Danışma Kurulu toplantısını yapacak. 1997 ve sonraki yıllara ait çalışmalar konusunda programını hazırlayacak, bölgenin yurtiçi ve yurtdışı kaynaklardan faydalanabilmesi için gerekli araştırmaları yapacak.

Kısa süre içinde, bulunduğu mekânlar yetmediği için, hemen yakınındaki bir diğer korunması gerekli kültür varlığının restore edilerek, [kısa sürede iki bin cildi aşan] kitaplığın ve çalışma-araştırma salonunun buraya taşınmasını, kısmen boşalan binanın ise etnografya seksiyonu olarak düzenlenmesini tartışacak.

Biraz para, biraz çaba, ama daha çok konuya gönül vermiş iki insan: Suna ve İnan Kıraç Antalya Kaleiçi’nde hiç yoktan bir bilim kurumu yarattılar. Kendilerine sonsuz teşekkür borçluyuz. Bu olumlu gelişmeye karınca kararınca bir katkım oldu ise, bundan ömür boyu övünç duyarım.

Şimdi birazda iki yapıdan oluşan enstitü mimarisinden bahsedelim, biraz restorasyon öncesi, biraz sonrası; ilk restore edilen yapı 1863 tarihli Aya Yorgi [Agios Georgios] Kilisesi'dir. Aya Yorgi çan kulesiz, Kaleiçi’nde birkaç tane daha benzeri olan bakımsız, kaderine terk edilmiş ibadethanelerden biri idi. Dikdörtgen plânlı, tek hacimli, üzeri tonoz örtülüdür. Dışarıdan girişli bir asma katıda [mahfel] bulunan yapının iç mekânı ve cenneti simgeleyen tavanı mavinin değişik tonlarında kalemişi bezemelerle süslüdür. 1920'li yıllarda yapılan mübadele sonucu cemaatini kaybeden yapı, özel mülkiyete geçerek, uzun yıllar pamuk deposu olarak kullanılmış, bu arada batı yönündeki avlu betonarme bir ilâve ile kapatılmıştı. Bu bölüm içinden asma kata ulaşan betonarme merdiven sokak giriş kapısını örttüğü için kaldırılmış, orijinal hali bilinmediğinden, yerine asma kata ulaşmak için bugünkü modern merdiven yapılmıştır. İç mekânda ise tahrip edilen döşeme yerine Marmara mermerinden döşeme, kısmen dökülen ve üstleri boya ile kapatılan kalemişleri yerine, aynı desenlere bağlı kalınarak yeni kalemişleri yapılmıştır.

Bugünkü girişi sağlayan ikinci yapı ise, iki katlı bir konut binası olup, geleneksel dış sofalı Türk Evi'nin geç örneklerindendir. Uzun yılların getirdiği ek ve eklentilerden temizlenerek ve çevre yapılar örneklenerek yenilenmiştir. Bu yapının üst katı araştırma, çalışma odası ve Antalya Kitaplığı olarak düzenlenmiş, geleneksel açık sofa ise orijinal yapıya uygun olarak açık bırakılmıştır. Zemin kat ise enstitü idari fonksiyonları ile kafeterya ve satış ünitesi olarak düzenlenmiştir. Yapının özellikle zemin kat döşemesi, bu tür yapılarda varlığını bildiğimiz çakıl taşı döşeme ile kaplanmıştır. Buradaki motifler yakın yapılardan esinlenen modern çizgiler taşımaktadır. Ahşap tavan kirişlemeleri, döşeme tahtaları, kapı ve pencere doğramalarında, özellikle de kapı ve pencere pervazlarında orijinal detaylara ve yapım teknolojisine sadık kalınmış, merdiven korkuluk ve babaları yenilerek kullanılmıştır. Girişteki kandillik örneği Sadberk Hanım Müzesi'nde olan bir Bizans polikandilinden esinlenerek tasarlanmıştır. Mümkün olduğu kadar tavan aydınlatılmasından kaçınılmış, aydınlatma yerden, çeşitli noktalardaki modern abajurlarla yapılmıştır.

Fazla söze ne hacet işte Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü inanıyorum ki bu ve benzeri çabalar, ülkemiz kültürü ve çağdaş yaşama çok olumlu katkılarda bulunacaktır.

Hepinize sevgi ve saygılarımı sunarım, hoşçakalın.