Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

TÜRK-YUNAN İMPARATORLUĞU

Dimitri Kitsikis

 

Osmanlı İmparatorluğu ‘tüm bölgelerinden bilginlerin övdüğü’
dünyanın en güzel krallığı’ idi.

Rigas Feraios

 

Dimitri Kitsikis kitabının girişine bu sözlerle başlar. 1935 Atina doğumlu tarih profesörü Kitsikis yazdığı kitabın ana fikrinin; “... Osmanlı İmparatorluğu’nun Yunanlılar için ‘400 yıllık bir kölelik’ dönemi değil, tam tersine Yunan kültürünün kesin surette katkıda bulunduğu ve Yunanlılar’ın övünç duymaları gereken, evrensel tarihin görkemli bir yapıtı olduğudur...” demekte. Belki bugün değil ama dilerim gelecekte Türk ve Yunan gençleri aynı tarih kitabını okurlar. Kitsikis, çok uzun bir dönemdir, Osmanlılar tarafından ezildiği, baskı altında tutulduğu, zaman zaman katledildiği söylenen Yunanlılar için oldukça farklı bir bakış açısı sunuyor.

 

İçinde bulunduğumuz günlerde bir kere daha kaynatılıp gündeme getirilen Türk-Yunan çatışması acaba bu halklar yerine kimlerin işine yaramaktadır?

 

... Geçmişte fikirlerimi yanlış anlayarak beni Türk tarihini Yunanistan lehine istila etmeye çabalayan bir Truva atı olmakla suçlayan bazı Türklerin; İmparatorluktaki Yunan payını belirtmenin Türkler’in payından bir şey eksiltmeyeceği gerçeğini anlayacaklarını çok samimi olarak umuyorum. Aksine, iki halkın geçmişte aynı kaderi paylaşmış oldukları gerçeği kavranınca, gelecekte birlikte -elbette başka tür iş birliği çeşitlerini kullanarak- yeni ‘imparatorluklar’ kurmanın; Bölgeyi Batı emperyalizminden bir kez daha kurtararak, dünya kamuoyunda -Batılıların Sünni Arap İslâm’ın basit bir hizmetkarı konumuna indirgemeye çabaladıkları- Türkler’in kültürel ve ruhani birliğe yönelik yaratıcı katkısını yeniden tesis etmenin yolları önümüzde açılacaktır...

 

... Osmanlılar’ın çokuluslu İmparatorluğu, çağımızın ikinci binyılının en önemli uygarlıklarından ve en büyük sömürgeci olmayan imparatorluklarından biri olmuştur...

 

Bence Osmanlı Devleti Fatih Sultan Mehmed ile birlikte yaşamında yeni sayfa açar ve imparatorluğa dönüşür. Belki büyük bir iddia olarak değerlendirilecektir ama, tarihte bu nitelikte, değişen şartlara adapte olarak bin yıllar boyu hayatını sürdüren tek bir imparatorluk vardır. Bir krallık olarak sahneye çıkan, daha sonra bir dönem cumhuriyet rejimini benimseyen, daha sonra pagan inancı ile imparatorluk haline gelen Roma, varlığını önce Hıristiyan inancı içinde İstanbul’da sürdürür. 1453 yılında artık özellikle 1217’de meydana gelen Haçlı istilasıyla gücünü kaybeden bu yönetim yerini yeniden güçlenen bir topluluğa, Türkler’e ve İslâm inancına bırakarak varlığını sürdürmeye devam eder. İmparatorluk yönetimi için de bu gereklidir. Osmanlı İmparatorluğu’nda da tıpkı Roma’da olduğu gibi dil, din, ırk ve renk ayrımı yoktur, zaten de olması da mümkün değildir. Çünkü imparatorluklar bulundukları coğrafyadaki tüm insanların müştereken oluşturdukları bir yönetimdir. Dil, din ve ırkın ön plana çıktığı veya çıkartıldığı toplumlarda, aynı niteliklere sahip olmayan insanlar köle muamelesi görür ve yönetim tarafından sonsuz şekilde istismar edilirler.

 

... Hoşgörü bir imparatorluk için ölüm kalım sorunudur ve egemen halkın ya da yöneticinin erdemleriyle ilgisi yoktur. Milliyetçiliğin zaferinden önceki tüm çokuluslu imparatorluklar gibi Osmanlı da nitelik olarak tek tek parçalarından farklı bir bütündür...

 

Bir insanı nasıl bilirsin diye sorulduğunda eskiden “kendim gibi” derlermiş. Gerçekte çoğunlukla insanlar başkalarının da kendileri gibi olduğunu, kendileri gibi düşündüklerini sanırlar. Bu nedenle gerek güncel, gerekse tarihsel olayları kendi benliklerine göre yorumlarlar. Geçen gün bir filmi izlerken batılı bir askerin, yanmış yıkılmış bir Orta Doğu şehrinde konuştuğu yerel insana biz size demokrasi getirdik dediğini duydum. Son yirmi yıldır, batılı yönetimlerin demokrasi getirdiği Afganistan, Irak, Suriye, Libya gibi ülkelerin halini gördükçe bu mu sizin demokrasi anlayışınız diye sormak gerekiyor. Yanıp yıkılan, her türlü birlik ve beraberliği yok edilen ülkeler, parçalanıp pişirilmek üzere küçük parçalara ayrılan yiyeceklere benziyorlar. Buna karşın özellikle batı ülkelerinden yükselen protesto sesleri, bana “timsahın göz yaşları gibi geliyor”.

 

Timsah büyük bir av yakalayıp yuttuğu zaman zorlanır ve gözlerinden yaş gelirmiş, bunu gören bazı insanlar onun ağladığını sanarlarsa da, gerçekte timsah, avını hazmetmek için harcadığı çaba sonucu zorlandığından gözlerinden yaş gelmektedir. Giderek global hale gelen dünya içinde artık sömürgeci ve kendinden olmayan insanları aşağılayıcı bir yönetim anlayışının mümkün olmadığını gören bazı sözde ileri ülkeler, büyük av olarak gördükleri ülkeleri ve insanları, kolayca öğütecekleri küçük parçalara ayırmayı düşünmektedirler. Teknolojik olarak ileri olmanın en önemli niteliği zenginlikten geçer, zengin ülkeler araştırmaya, yeni buluşlara yeteri kadar ekonomik destek vermek imkânına sahiptirler. Ancak hiç unutmamamız gereken bir şey bu zenginliğin, diğer insanların sonsuz bir şekilde sömürülmesi sayesinde oluştuğudur. Uzak Asya’nın, Orta Doğu’nun, Afrika’nın, Güney Amerika’nın üç yüz yılı aşkın bir süredir, acımasızca nasıl sömürüldüğünü, insanların katledildiğini, köle olarak kullanıldığını hatırlamamız gerekir. Son zamanlarda giderek artan bir hızla başka ülkelerin yapılarına müdahale eden güçlerin, işgal ettikleri topraklara getirdiğinin, demokrasi değil kan ve göz yaşı olduğunu unutmamız gerekiyor.

 

Son günlerde bir yandan doğal zenginliği, diğer yandan ulaşım bağlantıları nedeniyle özellikle Doğu Akdeniz üzerinde yeniden bu istilacı emellere Yunanistan’ın ve Güney Kıbrıs’ın alet edilmesi gerçeği ile yüz yüze kalmaktayız. Ateşi tutmak için maşa kullanan emperyalist ülkeler artık eskimiş, herkesin tekrar tekrar seyretmekten kaçındığı bu oyunu nereye kadar sürdürebilirler? Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin bu sorunu kendi aralarında yapacakları iyi niyetli görüşmelerle herkesin menfaatine uygun bir şekilde çözme yeteneğine sahip olduklarını düşünüyorum.

 

Bir dönem Merzifon Amerikan Koleji’nin başkanlığını yapan George E. White anılarında;

 

... Yunanlıları Mr. Venizelos, Türkleri’de Mustafa Kemal Paşa’nın temsil ettiği bu teşkilatta Arnavutlar, Bulgarlar, Yugoslavlar ve Romenler vardı. İlk iki halk eski tabii düşmanlardı, ama kızgın düşmanlar yerine, bağımsız komşular olarak yaşamanın kendileri için daha iyi olacağını her ikisi de fark etmişti. Bir arada oynayan altı küçük oğlan, eğer büyük çocuklar onları yalnız bırakırlarsa genellikle iyi anlaşırlar...

 

White bu sözleri ile 9 Şubat 1934 günü Atina’da imzalanan Balkan Antantı’ndan söz etmektedir. Ancak bu antlaşma ne yazık ki altı değil, dört ülke tarafından imzalanır. Arnavutluk İtalya’nın etkisi altında antlaşmaya katılmaz, kısa süre İtalya tarafından işgal edilir, bir süre sonra bu kere Alman işgaline maruz kalır. İkinci Dünya savaşında büyük sıkıntılar çeker, sonrasında 1990’lı yıllara kadar sürecek bir despotik idare ile yoksullaşır. Komşularından toprak talebi olan Bulgaristan’da bu antlaşmaya katılmaz, bir süre sonra Yunanistan ile bir antlaşma imzalarsa da kısa süre sonra Alman işgaline maruz kalır ve 1990’lı yılların başına kadar süren bir kaos yaşar. Anlaşılan White’ın biraz da aşağılayıcı tavırla küçük çocuklar olarak nitelediği ülkelerin bir arada barış içinde yaşama istekleri yine büyük çocukların emellerine kurban gitmiş ve bu ülke halkları uzun süre sıkıntı çekmiştir. Bu antant içinde yer alan tek bir ülke, Türkiye bu süre içinde bazı sıkıntılar çekse de bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü muhafaza etmiştir.

 

Günümüzde Türkiye 82 milyona ulaşan nüfusu ile bölgede büyük bir güçtür. Üstelik artık dünya da büyük çocukta kalmamıştır. Bir dönem küçük görülen çocuklar büyümüş ve rüştlerini ispat etmişlerdir. Zaman zaman aralarında bazı sıkıntılar yaşasalar da, eriştikleri büyümenin farkına varıp, karşılıklı konuşarak problemlerini halledebilirler. Sanki büyümemiş hâlâ küçükmüşçesine, problem gördükleri konuları kendilerince büyük gördükleri abilerine taşımaları gelecekte onların daha büyük sıkıntılar yaşamasına neden olacaktır. Komşuları ile huzursuzluk yaşayan insanların mutlu bir hayat sürmesi mümkün değildir. Devamlı olarak komşudan gelecek tehdit algısı yaşayan veya yaşatılan toplumların sağlıklı bir gelecek oluşturmaları ne derece mümkündür? Yüzyıllar önce Tacitus’un dediği gibi onları “koruyuculardan kim koruyacak?”.

 

Son zamanlarda komşularımız ile aramızda yaşanan gerginliklerin esas kaynağı bir dönem büyük diye gördüğümüz, buna karşın insanlık açısından küçük çocukların, bazı iç sıkıntıları olmasına rağmen genellikle kendilerince mutlu bir hayat sürdüren ülkelerin birlikteliğine müdahale etmeleri sonucu ortaya çıkmıştır. Bir dönem uygulanan küçük çocuk olarak gördükleri ülkeleri birbirine karşı düşman etme eyleminin son bulması gerekiyor. Bunun başarmanın tek yolu karşılıklı diyalogdur. İnsanlığın var oluşandan bu yana kavga etmenin bir çözüm olmadığı, buna karşın konuşmanın ve hemen her konuda olmasa bile antlaşmanın insanlık için daha iyi sonuç verdiğini unutmamak gerekiyor.

 

Uzun bir zaman önce okuduğum Türk-Yunan İmparatorluğu isimli kitabı bir kere daha okudum. Dimitri Kitsikis’in görüşlerine büyük ölçüde katılmaktayım. Yüzyıllardır bu coğrafyada insan haysiyetine uygun bir şekilde birlikte yaşamaktayız. Bundan böyle de birlikte yaşama mecburiyetinde olduğumuzu göz önüne alarak, kızgınlıkla değil, iyi niyet kuralları çerçevesinde var olduğunu düşündüğümüz problemleri halletmemiz gerekiyor.

 

Kitsikis’in Ara Bölge olarak tanımladığı bu alanda her dönemde gerek Haçlı Seferleri gerekse sonrasında ve günümüzde batı güçlerinin yarattığı yıkım ve katlettiği insanlar yalnızca Müslümanlar değildir. Katolik inancı dışında kalan diğer Hıristiyanlar da bu kıyımdan ve yok edilişten nasiplerini almışlardır. 1204’de istila edilen İstanbul’da yaşananlar, yapılan soygunlar, yok edilen insanları unutmamamız gerekir. Bu coğrafya insanının geleceği kendi içindeki uyumdur, bu uyumu bir başkasının sağlamasının mümkün olmadığını bunca yıldır, hep birlikte öğrenmiş olmamız gerekir.

 

Dimitri Kitsikis, Türk-Yunan İmparatorluğu, Çev. Volkan Aytar, İstanbul, 1996.