Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

İSTANBUL’UN MİMARİ DOKUSU YENİLENMELİ

 

Yüzyıllardır, İstanbul XVI. yüzyıl ve onu takip eden yılların mimari ürünleriyle iftihar etmekte, uluslararası camiaya bu kültürel envanter ile çıkmaktadır. Ayasofya, Kariye, Mozaik Müzesi, Surlar, Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camii, Dolmabahçe Sarayı, Sultan Ahmed Camii ve diğerleri. Doksan yıllık Cumhuriyet döneminin uluslararası tanınan bir yapısı yok. Biz yapamadığımız gibi, geçmiş dönemleri örnek alıp, yabancı bir mimara da yaptırmıyoruz. Benzerlerine pek çok ülkede rastladığımız Sirkeci Garı, Haydarpaşa Garı gibi anıtsal ve bir dönemin örnek binalarına dahi şehrimizde yer bulmakta zorlanıyoruz. Gökdelen tipi kötü örnekler bile yangından mal kaçırırcasına yapıldığı için örnek olmaktan çok, şehrin silüetini olumsuz etkileyen çirkin yapılar olmaktan öteye gidemiyor. 1983’den beri yaklaşık otuz yılı aşkın süredir, şehrin en prestijli bölümüne -Boğaziçi- sözde korumacılık uğruna yapı yapmak yasak. Bir plan var ama kanunun geçici maddesi gereğince uygulanmıyor. Uygar hiçbir ülkede görülmeyen bir şekilde hiçbir planı olmayan, insanlığın gelişimini hiçe sayan bir yasaklama devam ediyor. Hiçbir politikacı, hiçbir yönetici bu büyük sorunu görmeye ve çözüm üretmeye yanaşmıyor, hatta ve hatta konuyu dile getirmeye bile cesaret edemiyor. Mimariye yön veren anıtsal yapı faaliyetimiz ise içler acısı; şehrimizde bulunan cumhuriyetin en önemli kurumları bile imparatorluk dönemi yapılarını veya imparatorluk dönemi kültürü içinde yetişmiş insanların yaptığı yapıları kullanmakta. Üzerinden dört yüz yılı aşkın zaman geçmesine karşın dünya mimarisine bırakalım yeni bir Sinan sunmayı, yakınına bile yaklaşmakta sıkıntı çekiyoruz.

 

MİMARİ VE MÜZELER

 

İstanbul’u mimari olarak yenilemek ne derece mümkün? Aklın öne alındığı hiçbir işte sonuca ulaşmamak söz konusu olamaz. O zaman eksiğimiz akıl mı? Pek çok dalda uluslararası toplumda kendimize yer bulduğumuza göre eksiğimiz akıl değil. O halde eksiğimiz nedir? Sanırım en büyük etken, madem ben yapamıyorum, o zaman kimse yapmasın tarzındaki düşünce yapımızın büyüklüğüdür. İstanbul’un hızla uluslararası kültür turizmine katılması için yapılacak ilk ve en önemli faaliyet mimari dokusunun yenilenmesi ve çağdaşlaştırılmasıdır. Toplumumuzun giderek büyüyen içe dönük yaşamının en kısa sürede dünyaya açılması gerekir. Bunun içinde ilk yapılacak iş yaşam çevresinin modernizasyonu, çağdaş bir mekân dokusunun yaratılması olmalıdır. Bir toplumun kültürel değerlerinin oluşmasında en etkili kurumlarından biri olan müzeler, çağdaş eğitim mekânlarıdır. Müze, eski Yunanca’da “bilimler tapınağı” anlamına gelen, “mouseion” kelimesinden gelir. Müzeler geçmişin yer altı ve yer üstü kültürel birikimlerini salt hayranlıkla seyredeceğimiz mekanlar olmaktan öteye esin kaynağı kurumlar olarak değerlendirilmelidir. Müzelerimizi ivediklikle statik birer depo olmaktan çıkarıp, dinamik ve yaratıcı mekanlar haline getirmeliyiz. Bunun için yapılması gereken siyasi kültür mekanizmalarına işlerlik kazandırarak dünyadaki benzer örnekleri akılcı bir şekilde ülkemiz koşullarına adapte etmek ve yerel çözümler üretmektir. Son zamanlarda yapılmakta olan girişimlerin yeteri kadar tartışılmadığını, uzun vadede çözüm bulmaktan çok, kısa vadeli, çıkar odaklı çalışmalar yapıldığını görüyoruz. Evrensel nitelikte olmayan, günümüz dünyasını algılamaktan uzak, yalnızca işvereni memnun etmekten başka amacı olmayan, idare-i maslahat düzeyindeki bu girişimlerin herhangi bir çözüm üretemeyeceğini ve ülkemiz kaynaklarının bu girişimlerle ifrat edildiğini düşünüyorum. Ülkemiz müzelerinin gelişmiş ülkeler seviyesine ulaştırılması için bu konuda teorik bilgi birikimi ve uluslararası deneyimi olan kamudan ve özel sektörden insanları biraraya getiren bağımsız bir kurul öncülüğünde çok önemli çalışmalar yapılabileceği görüşündeyim.

 

KÜLTÜR İŞLETMECİLİĞİ

 

Kültür işletmeceliği adı üstünde, bir işletme sorunudur. Ülkemiz kültür insanları, işletme ve ticaret formasyonu almamış, ticari işletmenin temel elemanı olan ekonomi bilgisinden uzak insanlardır. Buna karşın işletme, iktisat veya ticaret eğitimi alan insanlarımız da büyük oranda kültür camiasından uzaktırlar ve her türlü kültürel ürüne pazarlanması gereken birer meta gözüyle bakmaktadırlar. Bu iki önemli faktörü, kültür ve işletmeyi, bir arada değerlendirebilecek insanlara aciliyetle ihtiyaç vardır. Artık tüm dünya kültürel birikiminlerini pazarlanması gereken bir ürün olarak turizm ile birlikte değerlendirmektedir. Kültürel birikimler tekrar üretimlerinin yapılmasına gerek olmayan birer sermayedir. Bu yüzyılların birikimi olan sermayeyi nasıl değerlendirmek gerekir, bunun için hangi yol ve yöntemler denenmelidir, konuyu multidisipliner bir görüşle ele almaya aciliyetle ihtiyaç vardır.

 

TOPLUMSAL BİLİNÇ YOK

 

Sanat yaratımının temelinde kendi kültür ve sanat birikimini bilmek yatar. Binyıllardır bu topraklarda oluşan çok çeşitli kültürü özümsemek yerine giderek tek kültürlülüğe doğru hızla yol alıyor ve evrensel boyutta üretim-tasarım yapamıyoruz. Bugün hemen hemen hiçbir ülkenin sahip olmadığı kültürel zenginliğe sahibiz ancak maalesef bu konuda ne siyasi ne de toplumsal bilincimiz var. Evrensel boyutta üretimin temel koşulu aklın hürriyetidir. Geleneksel dogmalardan, dayatmalardan kurtulmak, özgür düşünmek... Özgürlüğü günümüzde daha çok siyasi kavramlarla değerlendiriyoruz. Özgürlüğün temelinde ise serbest ve rekabete açık bir şekilde; bilgi, yetenek ve emek sonucu elde edilen ürünlerin insanlığın beğenisine sunulması vardır. Yasaklamalar, kısıtlamalar, mensubiyetler sanatsal üretimin önünde engel teşkil eder. Siyasi mekanizmaların önceliği bu engelleri ortadan kaldırmak olmalıdır. Geleneksel sanatları, güzel sanatlar faaliyetlerinin dışında değerlendirmek mümkün değildir. Çünkü her ikisi de sanatsal üretimdir. Geleneksel sanatlar ayrımı, bu sanatların yok olduğunu, yaşamadığını anımsatır. Bu terimi çok sık kullanarak esas gayesinin dışına çıkıldığını düşünüyorum. Geleneksel sanatlar terimi ile toplumun bir kısmının ilgilendiği, diğer bir kısmının reddettiği bir sanat türünü kast eder hale geldik. Hâlbuki bu ülkede üretilen her tür sanat üretimi, güzel sanatlar kavramı içinde, beğeniye sunuluyor ve ekonomik bir değer taşıyorsa devam edecektir. Genelde toplumlar muhafazakar, bireyler devrimcidir. Sanatçılar muhafazakar üretim yapıyorlarsa, ya çok küçük bir alıcı kitlesine hitap ederler ya da alıcıları yoktur. Tasarımları/üretimleri ancak evrensel değerler taşıdığı derece başarılı olabilir. Evrensel nitelikte sanatsal üretim aynı zamanda büyük bir ekonomik değeri de beraberinde getirecektir. Sermaye yalnızca sıcak para değildir, kendi kültür kaynaklarından beslenen sanat üretimi de bir ülke için büyük bir sermayedir. Otuz milyonu aşkın turist sayısına ulaşılan günümüzde hediyelik/seyirlik eşya üretiminde de çağdaş beklentilere cevap verecek tasarımların teşvik edilmediği görüyoruz.