Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

HİLAL ALTINDA İKİ YIL


Savaş muhabirliği tarihinin 1793 yılında ortaya çıkan Fransız-İngiliz Savaşı ile başladığı kabul edilir. 1789 yılında The Oracle ya da Bell’s News World ismi ile bir gazete çıkartmaya başlayan John Bell, İngiliz askerleri ile alay ettiği gerekçesiyle yargılanıp tüm servetini kaybedince, biraz kızgınlıkla, biraz da gazetesinin tirajını artırmak amacıyla Fransız safhalarında savaşa katılarak gelişmeler hakkında haberler yazmaya başlar. Başlangıçta büyük bir tepkiyle karşılanan bu girişim, kısa süre sonra düşman hatlarından gelen en iyi haber kaynağı olarak ilgi çekmeye başlar. Önceleri John Bell’i suçlayan The Times gazetesi bir süre sonra aynı yolu izlemeye başlar ve 1808’de Fransa’nın İspanya’yı işgali sırasında Henry Crabb Robinson’u savaş muhabiri olarak görevlendirir. Bu savaşın getirdiği yıkımı takip edip “Savaşın Gravürleri” adlı bir dizi çizim yapan ünlü ressam Fransis Jose de Goya ise ilk savaş çizeri olarak anılmaya başlar.

 

4 Ekim 1953 tarihinde başlayıp, 30 Mart 1856 tarihinde son bulan Kırım savaşı ise savaş muhabirliğinin vazgeçilmez bir şekilde medyanın gündemine girmesine yol açar. Savaş resimlerinin yanı sıra fotoğrafın da kullanıldığı bu savaş, günlük haberlerin vazgeçilmez kaynağı durumuna gelir. Bundan böyle gazetelerin ve dergilerin kendi muhabirlerinin yanı sıra aralarında Nobel ödülü kazanan Jack London, Ernest Hemingway ve John Steinbeck gibi ünlü edebiyatçıların da bulunduğu bir çok yazarı savaş muhabiri olarak kullandığı bir dönem başlayacaktır. Gazete ve dergilere yazdıkları günlük haberler dışında yaşadıklarını sonraki yıllarda kitap haline getiren bu yazarlar, yeni bir edebiyat türünün ortaya çıkması sağlarlar.

 

Savaş insanlığın farklı bir yönünü gözler önüne serer, düşmanını öldürmek üzere yola çıkan kişi, zaman zaman onun acizliği karşısında amacını unutup, insan olduğunu hatırlamakta ve müthiş bir sevgi gösterisinde bulunmaktadır. Kan ve gözyaşının yanı sıra, kimi zaman da sevgi ve merhamet hayata egemen olmaktadır.

 

“Biz orada iken Alman hastabakıcılardan biri öldü... Tabutu taşıyan Alman arkadaşlarını Türkler ve Araplar şükran duyguları ile içinde takip ediyordu. Cenaze alayı kıvrıla kıvrıla asude bir zeytinliğin gölgelediği bir köşeye ulaştı, Hıristiyanlarla Müslümanların, Şark ile Garp’ın kutsal kardeşlik bağını temsil edercesine el ele durdukları bu töreni seyrederken ülkeye böylesine bedbahtlık getiren siyasi menfaati suçlamamak elde değildi. Kumandan, insanoğlunun ve milletlerin birbirlerine karşı vazifelerini hatırlatan bir konuşma yaptı. Ateşli sözlerinden duygulanmamak imkansızdı: Tanrı birdir, herkesin ve her şeyin yaratıcısıdır.” (s. 119-120).

 

Derin Türkömer tarafından dilimize çevrilen, İngiliz savaş muhabiri Henry Charles Seppings-Wright’ın “Hilal Altında İki Yıl - Two Years Under The Crescent” isimli kitabı 1911 ve 1912 yılları içinde yaşadığımız iki savaşı, Trablusgarp ve Balkan Savaşları’nı bizim cephemizden anlatmakta. Çanakkale ile İstiklal Savaşı’nın gölgesinde kalan bu iki savaş, Afrika ile Rumeli’de büyük toprak kayıplarımız ile sonuçlanır. 1876-1877 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra uzun bir süre savaştan uzak duran İmparatorluk, 1911 yılından 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in kurtuluşuna kadar on bir yıl sürecek bir dizi savaş sonucu tasfiye olacak ve yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulacaktır.

 

Bu savaşlara katılan komutanların esaret anılarından oluşan yazılarını çoğunlukla görmezden geliriz. Kaybedilen savaşların hatırlanması istenmez. İnsanın doğasından gelen egoizm, onun kayıp edilenleri değil, kazanılanları yüceltmesini ister. Halbuki eğer kayıp edilenleri araştırıp, nedenlerini tespit edip, gerekli dersleri çıkarırsanız, gelecek için daha iyi sonuçlar elde etmek mümkündür. İnsanlık tarihi yalnızca başarılardan oluşmaz, üstelik kayıp edilenler kazanılanlardan daha çoktur. Mehmet Akif’in “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar. Hiç ibret alınsa idi tekerrür mi ederdi.” sözünü iyi değerlendirmek gerekir. Yalnızca kahramanlık hikayeleri üzerine kurulan bir tarih ne derece gerçeği yansıtır ve ne derece daha iyi bir gelecek için çözüm üretebilir?
Seppings Wright’ın “Harplere göklerdeki mücadelenin de dahil olması kim bilir insanı şaşkına çevirecek ne gibi korkunç inkişaflara sebep olacak!” (s. 93) tespiti, geleceğin savaş araçlarının çeşitliliği konusunda bir uyarıdır. Daha 1911 yılında İtalyanların kullandığı uçak ve zeplinlerin yarattığı karmaşa, ufak da olsa Türk cephesinde yaptıkları tahrip, geleceğin en yıkıcı savaş aracı olacakları konusunda önemli bir işarettir.

 

Çoğu ıssız alanlardan oluşan çölde, olumsuz şartlar altında, yetersiz silahlarla İtalyan ordusuna karşı savaşan Türk ve Arapların hikayesini anlatan Seppings-Wright’ın anıları uzun bir yolculuk sonrası Tunus üzerinden İngiltere’ye dönüşü ile son buluyor. Bu bölümün bitiminde yazar, “Osmanlı ülkesini ve insanlarını tanıdıkça onların davalarına gitgide daha çok bağlandım. Yüce gönüllü bu güzel millete Avrupa’nın sert ve acımasız davranışı ruhumu öfkeyle dolduruyor. Türkler mütemadiyen yanlış tanıtılarak büyük ölçüde kötülenmekte” (s. 126) diyerek bir yıla yakın süren savaş yaşamı sırasında oluşan düşüncelerini özetlemekte.

 

Kitabın ikinci bölümünü ise 17 Ekim 1912 tarihinde Bulgar, Sırp, Karadağ ve Yunan ittifakının Osmanlı İmparatorluğu’na harp ilan etmesiyle başlayan Balkan Savaşı oluşturmakta. Bu kere Central News’un Sırbistan’a gitmesini istemesine rağmen, The Illustrated London News adına Türk tarafına gitmeyi tercih eden yazarın, bize bu savaş sırasındaki İstanbul’u, özellikle de Beyoğlu’nu anlatması kitabın ilginç bir bölümü: “... İstanbul bende olağanüstü bir tesir bıraktı ve bütün estetik duygularımı coşturdu. Buranın insanın hayal gücünü sürekli besleyen esrarlı ve romantik bir cazibesi var; insanın bedeni ve uhrevi dünyasını güçlendirerek peçesi altında saklı olan sırra erişmek arzusu uyandırıyor.” (s. 144) Bu arada yazarın yaptığı bir tespit de günümüzde üzerinde büyük spekülasyonlar yapılan bir yapı açısından ilginç. “Boğaz’dan karşı yakaya, Asya kıyılarına bakarken, sahilindeki her kıvrımda insanı hayran bırakan güzellikler gözler önüne serilir. Neredeyse kusursuz denebilecek bu manzaraya ters düşen tek görüntü Alman tren istasyonudur. Yapının haşin sert ve düz hatları tablonun ruhunu yok ediyor.” (s. 145) Bir dönem yapıldığı çevreye güzellik katmaktan uzak bir yapının yüz yıl sonra böylesine değer kazanmasını acaba nasıl yorumlamamız gerekir?

 

Trablusgarp Savaşı sırasında hava araçlarının önemini dile getiren Seppings-Wright’ın Balkan savaşları sırasındaki yazıları arasında da önemli bir tespiti var. “Avrupa, deniz kuvvetlerinin büyüme ve yayılma temposunu tayin etmiş ancak Osmanlılar bunun pek farkına varamamıştır.” (s. 156)

Bu topraklarda özellikle 20. yüzyılın başında yaşanan savaş ve karmaşa insanlığın bir ayıbıdır. Hala zaman zaman dünyanın gündemini işgal eden soykırım iddialarına karşın yazarın, gözlemleri sırasındaki olaylar karşısında dile getirdiği aşağıdaki satırlar, sanırım herkese ibret olmalıdır. “Çekilen ıstırap Müslümanlarla, Hıristiyanları birbirine kenetlemişti. Kalabalığın en az üçte biri Hristiyan’dı. Farklı inançlardan bu insanların yardımlaşması, iki ayrı dinden halkın bir arada yaşamalarını imkansız gören teoriye oldukça ters düşüyordu. Anadolu askerinin Trakyalı Hıristiyan mültecilerin acısını paylaşmayı, birbirlerinin ıstırabını mümkün olduğu kadar hafifletmeyi yadırgamadığı besbelliydi. Bitap düşen çocuklar kaba saba askerlerin kollarında huzur içinde uyuyordu.” (s. 171).

 

Yüz yıl önce yayımlanan bu kitabı dilimize çevirmekte oldukça geç kalmışız. Savaşın dehşetini ve vahşi kapitalizmin Osmanlı toprağına karşı duyduğu iştahın yarattığı insanlık dramını değerlendirebilmek için sanırım gününde yapılan tespitlere dayanan bu ve benzeri kitapları acilen dilimize kazandırmak ve toplumumuzun geniş bir kesimi tarafından okunmasını sağlamamız gerekiyor. İş Bankası Kültür Yayınları tarafından 2009 yılında yayımlanan ve Lev Troçki’nin Kievskaya Misl Gazetesi için kaleme aldığı Balkan Savaşları anıları karşı saflarda yer alan bir gazetecinin tespitlerini yansıtıyordu. Bu kere savaşı Osmanlı cephesinde izleyen bir yazarın anılarını okuyoruz.

 

Cumhuriyet’in kuruluşu öncesi yaşadığımız ve özellikle genç kuşakların yeteri kadar bilgili olmadığı bu sıkıntılı dönemi anlayabilmek ve daha mutlu bir gelecek oluşturabilmek için bu ve benzeri kitapları okumamız ve üzerinde düşünmemiz gerekiyor.