Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

GENÇ TÜRKİYE İNŞA EDİLİRKEN


Benim dönemimin mimarlarının çoğu nazik ve terbiyeli, hemen herkese biraz mesafeli bir mimarın üzüntülü hikayesi bilir. 1933-1934 yılları arasında kazandığı yarışma sonucu inşaatını tamamladığı ülkemizdeki erken dönem modern mimarlık akımının bir örneği olan Ankara Sergi Evi’nin daha sonra kendi izni olmaksızın 1948 yılında Ankara Opera Binasına dönüştürülmesi Şevki Balmumcu’yu (1905-1982) mimarlık mesleğinden soğutur ve topluma karşı kırgın bir yaşam sürmesine yol açar. Ernst A. Egli’nin (1893-1974) “Genç Türkiye İnşa Edilirken” isimli kitabının daha ilk satırlarını okurken bu hikayenin bir ilk olmadığını, daha öncesinin de olduğunu öğrenmem beni de çok üzdü.


“... Ertesi Sabah Ankara istasyonunda Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir temsilcisi ve Türk Mimarları adına da çok saygın ve değerli bir kişi olan Mimar Kemalettin beni bekliyorlardı. Beni bakanlığa götürdüler, sonra da genç bir bakan olan Necati Bey’in yanına çıkardılar...


Daha sonra da, Kemalettin Bey’in planlarına göre inşaatı başlatılmış olan öğretmen okulunu (Gazi Eğitim Enstitüsü) hemen gezmemi ve iyice incelememi rica etti. Bu incelemeyi ertesi gün gerçekleştirdim. Aynı gün bakan tarafından Ankara Palas otelindeki resmi bir baloya davet edildim. Bakan beni bu davette Devlet Başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya takdim etmek istiyordu. Akşam balo için hazırlandım, beni aldılar ve Ankara Palas’a götürdüler...


Kemal Paşa bakışlarıyla beni süzdü, selamladı ve doğrudan konuya girerek bana şunları söyledi: ‘Profesör, size inşaatına yeni başlanmış olan öğretmen okulunu ve okulun planlarını gösterdiler. Gördükleriniz, modern bir öğretmen okulunu ifade edebiliyor mu?’ Kısa bir duraklamadan sonra cevap verdim: ‘Ekselans, Kemalettin’le beraber çalışırsak, bina modern bir okul olur.’ Bunun üzerine Kemal Paşa, ‘Size bunu sormadım,’ dedi. ‘Size şunu sordum: Şu anda gördüğünüz modern bir öğretmen okulu mu?’ Bu durumda fikrimi açıkça söylemem gerekiyordu. Projenin modern bir okul olarak görülemeyeceğine hak verdim.


Kemal Paşa, bakana, Necati’ye dönerek, ‘Planları bir kenara bırakın. Okulu Prof. Egli’nin inşa etmesini istiyorum,” dedi... Verilen bu karardan sonra görüşme bitmiş ve ben beynimi fırtına gibi saran düşüncelerimle baş başa kalmıştım. Salonda sürekli dolaşıyor ve sadece Kemalettin’i ve olanları düşünüyordum. Daha bir gün önce beni istasyonda o kadar dostça, babaca karşılamış olan kişinin elinden şimdi inşaat alınıyordu.”


1870’de doğan mimar Kemalettin Bey, Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi’nin önde gelen temsilcisi olarak özellikle anıtsal nitelikli geleneksel mimarimizin yeni yapılara uygulanması konusunda çalışmalar yapar. 1927 yılında başına gelen bu olaydan kısa süre sonra 13 Temmuz 1927 tarihinde vefat eder. Sanırım Şevki Balmumcu’nun uzun bir hayat boyu taşıdığı yükü, Kemalettin Bey’in taşıması mümkün olmamıştır.


Ernst Egli’nin Türkiye anıları hemen hemen bu satırlarla başlıyor. Şimdi geriye dönüp bakınca ve Egli’nin “Bütün çağdaşları Mimar Sinan’ın yanında bana cüce gibi görünür. Bu tanıma kendimi de dahil ediyorum” (s. 131) sözlerini okuduktan sonra bu ülkenin mimarları gerçekten çok şeyler ödemiş ve hala ödemeye devam ediyorlar diye düşünmekten kendimi alamıyorum.


Öğretmen Okulu projesinin tamamlanmasından sonra Egli, daha sonraları pek çok kere tekrar edeceği Anadolu gezisine çıkar ve İzmir, Konya, Adana ve çevresini gezdikten sonra Kayseri üzerinden Ankara’ya döner. Gördüklerinin etkisi altında, ülkedeki yapı malzemelerini kullanarak ve mümkünse yerel iş gücüyle, en basit tasarımla ve en ekonomik şekilde uygulanacak ilkokul projeleri hazırlar. Artık işleri açılmıştır, Ankara Erkek Lisesi için talebe yurdu ve diğerleri. Egli’nin yükselmesi devam eder, ikinci önemli işi 1930 yılında Güzel Sanatlar Akademisi mimarlık bölümü başkanı olarak görevlendirilmesidir (s. 18). Bu arada, Ankara’daki proje çalışmalarına da devam etmektedir. Ticaret Mektebi, Cebeci’deki Musiki Muallim Mektebi bu arada projelendirdiği yapılardır.


Mimarlık faaliyetinin yanı sıra şehircilik çalışmaları da yapan Egli, pek çok Anadolu şehrinin imar planını hazırlar. Bu arada yaptığı tespitler gerçekten üzücüdür. “Ben burada, benim katkım olmaksızın Fransız ve Alman örneklerinden alıntılarla oluşturulmuş, inşaat parsellerinin cinsini, komşu mesafelerini, caddelerin genişliğini, her şeyi Avrupai anlayışa göre belirlemiş olan bir yasaya bağlıydım. Bu yönetmeliklere uymanın nasıl sonuçlar getirdiğini ise ben ancak bu yasaları bazı yerlerde uyguladıktan sonra görecektim.” Yasaların yanlışlığını fark etmeyen, bunların uygulanmasının sonuçlarını ancak uygulama sonrası görebilen bir mimarın, yalnızca yabancı olduğu ve modern mimari konusunda bazı çalışmalar yaptığı için nasıl baş tacı edildiği doğrusu acı vericidir. Çünkü Egli, Talas için hazırladığı imar planının daha onaylanmadan kısa süre içinde uygulanması sonucu, yerleşmenin geniş bir cadde ile nasıl acımasızca ikiye bölündüğünü, hemen hemen bütün eski evlerin kısa süre içinde yıkıldığını yerlerine yeni evler inşa edildiğini üzülerek anlatmaktadır (s. 110-111). Söz konusu yıkım ve yok oluşu gerçekleştiren imar planını hazırlayan Egli’dir. Üstelik kısa süre önce yaptığı Kayseri ziyareti sırasında Talas’ı görmüş ve imar planı çalışmalarını daha sonra gerçekleştirmiş, bu ne basiret ne sağduyu?


Bir bilimsel çalışma için on yılı aşkın süre önce yazdığım bir bildiriye, Turgut Cansever’in bir anısı naklederek başlamıştım. Rahmetlinin öğrenciliği döneminde Güzel Sanatlar Akademisi’ne şehircilik hocası olan atanan Prof. Oelsner 1941 yılında derse ilk girişinde öğrencilerine sorar.


- Bana söyler misiniz, Türk Halkı ne yapmalıdır?

- ...

- Dua etmelidir!

- ...

- Türk halkı ne için dua etmelidir?

- ...

- Belediyenin kasalarındaki imar planlarını tatbik edecek yöneticiler çıkmasın diye dua etmelidir! Eğer bu imar planları tatbik edilirse, bu ülke birkaç asır belini doğrultamayacaktır.


Prof. Oelsner’in bu sözleri üzerinden yetmiş yılı aşkın bir süre geçtikten sonra ne kadar haklı olduğunu anladık. Kanımca ya yeteri kadar dua etmedik, ya da bazılarımız inşaat yapmaktan dua etmeye vakit bulamadı?


Ernst Egli 1927’de geldiği ülkemizden 1940 yılında ayrılır ve İsviçre’ye döner. Ancak Egli’nin Türkiye serüveni burada bitmemektedir. İkinci kere 20 Kasım 1953 günü bu kere Birleşmiş Milletler görevlisi olarak geri döner. Bundan böyle yeni kurulan Ortadoğu Amme Enstitüsü’nde çalışmaya başlayacaktır. Bir taraftan ders vermekte, diğer taraftan hem Türkçe bilmesinin sağladığı avantaj hem de eski dostlukları çeşitli projeler yapmasını sağlamaktadır. Bu dönemde Anadolu’nun hemen her noktasını dolaşır, gelişmekte olan şehirler için raporlar ve imar planı önerileri hazırlar. Bu geziler sırasındaki tespitlerini okumak çok ilginç sonuçlara varmamızı sağlamaktadır. Örneğin 1954 ilkbaharında ziyaret ettiği Konya’nın Cihanbeyli ilçesinin elektriği yoktur ama imar planı bulunmaktadır (s. 172). Cihanbeyli gibi büyük bir bölgenin merkezi konumundaki bir ilçeye elektrik getirmekten aciz merkezi yönetim, masa başında hazırlanan imar planını bir an önce yürürlüğe koymaktan övünç duymaktadır. Bilirsiniz biz de bir söz vardır. Kel başa şimşir tarak.


Egli’nin Türkiye tespitleri yalnızca mimari ve şehircilik konutlarında değil. İmar spekülasyonları (s. 201) ve demokrasi üzerine ilginç gözlemleri var. (s. 203) Bu arada Ortadoğu Amme Enstitüsü’nün kuruluşunda yaşanan bazı olayları da birinci ağızdan öğreniyoruz. “Amerikalılar (ve Avrupalılar) kendilerini, kendi kültürlerinin misyonerleri gibi görüyorlardı, fakat Türklerin istediği misyonerlik değildi, onlar sadece sorunlarının çözülmesi için fikir verilmesini istiyorlardı.” Sanırım hala bu düşünce yapısı ile karşı karşıyayız ve sorunlarımızı çözmekte bu nedenle zorlanıyoruz. Egli anılarının bir bölümünde Birleşik Avrupa hayallerinde bahis ediyor. 1954 gibi erken bir tarihte kaleme alınan bu anılarda çok ilginç. Üstelik satır arasında sözünü ettiği “... gerçek değerler ve en büyük başarılar da, çoğu kez gösterişten uzak olan insanlarda ve toplumlarda görülür. Çünkü akıl her yerde vardır, dâhi tanrının istediği her yerde yetişir, ama kıymetleri bilinmez.” (s. 209) sözleri her halde ülkemiz için çok geçerli bir tespit olmalı? 1953 sonbaharında ikinci kere geldiği Türkiye’den 1955 sonbaharında bir daha dönmemek üzere kesin olarak ayrılan Ernest A. Egli 20 Ekim 1974 tarihinde vefat eder. 1966-1969 yılları arasında kaleme aldığı Türkiye Anıları bize çoğu kalın bir sis perdesi arkasında kalan Cumhuriyet’in ilk yılları hakkında birinci elden bilgi aktarmaktadır. Modern Türkiye’nin kuruluş döneminde yaşananlar hakkında gerçek bilgi sahibi olmak istiyorsanız, Güven Göktan Uçer tarafından dilimize kazandırılan Ernst Egli’nin Genç Türkiye İnşa Edilirken isimli kitabını okumanızı
tavsiye ederim.