Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

GÜNEŞ ÇOCUĞU

 

Sanırım 1958 yılı idi, uzun yıllar Edebiyat dersi hocalığı yapmış olan uzak bir akrabamız emekli olup, İstanbul’a dönmüştü. Yeni taşındığı evine sığmayan iki sandık dolusu kitabını bizim eve getirdiler, bana da sıkı sıkıya tenbih ettiler. Sakın karıştırma!

 

Belki üzerine basa basa tenbih etmeseler o kadar ilgimi çekmeyebilirdi, ama çeşitli boyutlarda kimi ciltli, kiminin sayfalara daha açılmamış iki sandık dolusu kitaba hangi çocuk ilgisiz kalabilir? Hele benim gibi eline geçen hemen herşeyi okuyan bir çocuk olursa.

 

Kısa süre sonra kimsenin evde olmadığı zamanlar sandıkları açıp kitapları seyretmeye başladım. Bana seyretme değil, karıştırma demişlerdi. Sandıkların içindeki kitaplara müthiş bir merak duyuyordum. Tam o sıralarda okullar yaz tatiline başladı. İki sandık kitab ve uzun bir yaz tatili. Bir gün en üstteki kitaplardan birini aldım ve okumaya başladım. Bu ilk kitab Sadedddin Nüzhet Ergun’un Hatayî Divanı idi. İstanbul Maarif Kitabhanesi tarafından yayımlanan bu ciltli kitabın kapağında çok hoş bir minyatür vardı. Bunca yıl sonra nasıl hatırladığımı merak ederseniz, bilin ki o kitap hala kitaplığımın en önemli kitabı olarak yerinde durmakta. Elbetteki Hatayi Divanı o yaşta benim okuyup anlayabileceğim bir kitap değildi, ağır geldi, sıkıldım ve tamamlayamadım.

 

Sonra gözüme Varlık Yayınları’nın küçük boyutlu kitapları ilişti. John Steinbeck’in Sardalya Sokağı, bir solukta okudum, büyük bir seyahate çıkmış gibiydim. Zaman zaman kendimi Monterey’in o renkli sokağında dolaşır, Batı Biyoloji Labarotuvarının salaş binasında araştırma yapan Doktor’u seyrederken bulurdum. Yaşadığım sakin ve huzurlu Kuzguncuk’a nazaran bu sokağın ne kadar renkli bir hayatı vardı. Bakış açısına göre “orospular, pezevenkler, kumbarbazlar ve eşşekoğlueşşekler”den oluşan bu sokak sakinleri, Steinbeck’in de belirtiği gibi acaba “evliyalar, melekler, mazlumlar ve mübarek insanlar” olarak da tarif edilebilir miydi? Ne karmaşaydı bu hayat denilen macera. Sonra Tatlı Perşembe’yi okudum, Hemihway’in İhtiyar Balıkçı’sını ve daha nicelerini.

 

Artık okuma alışkanlığım pekişmişti, ama yine de çok sayıda olan Maarif Vekaleti yayınları pek de okuyup anlayabileceğim, sıkılmadan bitireceğim kitaplar değildi. Sandıkları iyiden iyiye karıştırmaya başlamıştım. Birden karşıma Jacop ve Wilhelm Grimm’in Masalları çıktı, hemen alıp odama götürdüm ve okudum. Daha sonra Pirandello’nun Seçme Hikayeleri. Bir başka grubu ise Remzi Kitabevi Yayınları oluşturuyordu. Elime geçen ilk kitap Jack London’un Güneş Çocuğu oldu. Ahmet Cemil tarafından dilimize kazandırılan 1938 tarihli bu kitabı yaz boyunca elimden düşüremedim. David Griff’in Pasifik maceraları beni büyülemişti. Daha önce okuduğum kitapları aldığım yerlere koyarken, Güneş Çocuğu’nu yastığımın altında saklamaya başlamıştım. Belki rüyalarıma girer ve beni Pasifik’in o büyülü dünyasına taşır diye umuyordum.

 

Her hikayede Griff’le beraber adadan adaya seyahat ediyor. Yakıcı güneş altında Pasifik sularında yüzüyor. Bazı zaman Willi-Waw’ın bazı günler Rattler’in direklerinde yelken açıyor, güvertesini temizliyordum.

 

Macellan’ın dünya seyahati sırasında hiç fırtına ile karşılaşmadığı için bu denize Portekizce “sakin” anlamına gelen Pasifik adına verdiğini duymuştum. Ama ben bu denizde ne fırtınalar yaşadım bilemezsiniz. Fuatino Şeytanları’nda David Griff’le birlikte savaştım, New Gibbon Şakacıları’nda insanların gururu ile oynamanın ortaya çıkarttığı vahşeti izledim. Swinthin Hall İle Ufak Bir Hesap Uzlaşması’nda hemen hiç kimsenin uğramadığı bir adadaki kitaplığın önemini kavradım.

 

Yaz tatili bittiğinde, okula döndük o kış sınıfta yeni bir adet başlattık. Her hafta aramızda 25’er kuruş toplayıp bir kitap alıyorduk. Bu arada Türkçe hocamız rahmetli Sedad Bey oldu. Her cumartesi (bizim dönemimiz de cumartesi günleri yarım gün okula gidilirdi) son iki saat bize kitap okurdu, Cervantes’in Don Kişot’unu, Dede Korkut Hikayeleri’ni, Sait Faik’i, Memduh Şevket Esendal’ı, Abdülhak Şinasi Hisar’ı ve şimdi adını hatırlıyamadığım pek çok yazarı o bize tanıttı. Yaşları 70’e yaklaşan o sınıfın büyük bir kısmı hala büyük arzuyla kitap okuyorsa, Sedad Hoca’ya çok şey borçlu olduğunu unutmamalıdır. Nereden nereye gidiyor insanın anıları, aldığımız kitapları sıra ile okur, biribirimize aktarırdık, herkes okuduktan sonra ise ben bu kitapları toplardım. Bu kitapların bir kısmı ile daha sonra Kuzguncuk Kültür Derneği’nin kitaplığını oluşturduk, bir bölümü ise hala benim kitaplığımı süslerler. Bu yazıyı yazarken o dönemden kalma bir kitap Gogol’un “Ölü Canlar”ı elime geçti. Hayretle baktım, 13 -14 yaşındaki çocuklar için oldukça ağır kitaptı. Bu arada okuma alışkanlıklarımız gelişmişti. 1962 yazında bir arkadaşımla Erasmus’un “Deliliğe Medhiye” kitabını okuduğumuzu ve üzerinde uzun süre konuştuğumuzu hatırladım.

 

Küçük bir çocukken yaz aylarında bizi öğle uykusuna yatırırlardı. Annemin dostlarının yalılarında öğle uykusuna yattığımda, parlak beyaza boyalı tavanlarda deniz üzerinde oynaşan güneşin tavanda yaptığı oyunları seyrederdim. Tavanda yangılanan güneş ışıklarını seyretmek beni uyutmaz, yattığım yataktan çok uzaklara götürür, neci maceralar kurgulamama yol açardı.

 

Haziran doğumluyum, yani ikizler burcu bazı zamanlar en ciddi toplantılarda veya çalışırken bir an sıkılır Güneş Çocuğu aklıma gelir. Kişiliğim sanki ikiye bölünür, biri buralarda kalırken diğeri Pasifik’in dalgalarının yaladığı sahillere kaçar, bir adanın huzur dolu atmosferi beni misafir eder. Aniden bir yarım Güneş Çocuğu olur ve mutlu olurum.

 

Güneş Çocuğu’nu ilk okumamın üzerinde elli yılı aşkın süre geçti. Bu kitabı kaç kere okuduğumu hatırlamıyorum, içim sıkılır, karamsar bir gün yaşarım ve Güneş Çocuğu’nu elime alır, uzaklara kaçarım. Jack London’un güçlü anlatımı bir yarımı uzaklara götürür. Bir adanın sahilinde, güçlü güneşe karşı elimi siper eder, denizin yıkadığı kehribar renkli kumları seyrederim.

 

Bir kitabın etkisi elli yıl sürer mi, benim için Güneş Çocuğu’nun büyüsü hala devam ediyor. Tüm çabama ve isteğime karşı Pasifik adalarına gidemedim. Merak ediyorum bir yarımın sık sık seyahat ettiği bu adalara acaba öbür yarımı ne zaman götürebileceğim?