Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

TARİH HIRSIZLIĞI
 
 
Yaban Aklın Evcilleştirilmesi; Çiçeklerin Kültürü; Kapitalizm ve Modernlik; Avrupa’da Aile; Avrupa’da İslam Damgası, Batıdaki Doğu gibi çok sayıda kitabı dilimize tercüme edilen 27 Temmuz 1919 doğumlu antropolog ve tarihçi Jack Goody ilerlemiş yaşına rağmen Cambridge Üniversitesi’nin en önemli profesörlerinden biri olarak derslerine ve araştırmalarına devam eden bir bilim insanıdır.
 
Annales Okulu’nun temsilcisi olan yazarın, dilimize “Tarih Hırsızlığı” adıyla tercüme edilen ve 2006 tarihinde Cambridge Üniversitesi tarafından yayımlanan “The Theft of Hıstory” isimli eseri, günümüz Batı Uygarlığı’nın temelinde yatan ve uzun süredir üstü örtülmeye çalışılan bir gerçeği dile getirmeye çalışmaktadır.
 
Doğu’nun yaratıcılığı ve günümüz insanının yaşantısına katkıları. Rönesans öncesi şimdiler de Batılı olarak tasnif edilen toplumlar (Akdeniz çevresinde yer alan topluluklar hariç) büyük oranda derin bir karanlık içindedirler. Erken dönemlerde Grek kültürünün, daha sonraları Roma İmparatorluğu’nun etki alanında kalan coğrafya dışında, hemen hemen hiç bir buluşu olmayan, felsefi düşüncenin söz konusu olmadığı bu topluluklar nasıl olmuştur da, 16. yüzyıldan itibaren giderek artan bir hareketlilik sonucu ortaya çıkan sanayi devrimi ile insanlığın gelişimine yön verebilmişlerdir?
 
Goody “...Rönesans’ı harekete geçiren, Roma İmparatorluğu’nun Batı’daki çöküşünü yaşamamış olan Doğu’nun ta kendisiydi; çünkü Doğu Batı Avrupa ‘kültürü’nün uğradığı felaket niteliğindeki çöküşten geçmemişti... Doğu bir ticaret ve kültürel aktarım odağı olarak kalmayı sürdürmüştü. Asya’nın hiçbir yerinde Doğu aynı yeniden doğuşa ihtiyaç duymadı, zira aynı ölüme uğramadı.” derken, Çin’i örnek almaktadır. Halbuki bu kültürü Batı’ya aktaran ara bölge Batı’dan çok daha ağır travmalara maruz kalır. Haçlı Seferleri’nin Akdeniz’in Doğu kıyılarında yarattığı yıkım, IV. Haçlı Seferi sonrası Konstantinopolis’in, dolasıyla Roma İmparatorluk kültürünün yok edilmesi, Cengiz Han ordularının nerede ise tüm Ara Bölge’deki şehir yaşantısını ve özgür düşünceyi tahribi, Timurlenk’in zaten sıkıntılı bir süreç geçiren ve yeniden hayat bulmaya çalışan şehir yaşantısı yok etmesi, tüm bunların sonucu Ara Bölge entellektüel hayatının yok oluşu acaba nasıl izah edilebilir. Genelikle son dönemde batılı tarihçi ve sosyal araştırmacıları insanlığın evrimini Çin ve Hint kültürüne dayanarak değerlendirmeye yatkın bir görünüş içersindedirler. Var ol evrensel kültürün gelişiminde Doğu ile Batı arasındaki bağlantıların sağlanmasında önemli roller oynayan Ara Bölge araştırmaları, çağdaş araştırmacıların Arapça, Farsça, Türkçe ve Rusça gibi diller konusundaki zaafiyetleri nedeniyle konu dışı kalmaktadır. Goody’de aynı noktaya değinerek Ara Bölge kültürüne ve Batı’nın bu kültürden aktardıklarını yeteri kadar önem verilmediğinden bahsetmektedir. Yanlızca Hint-Avrupa kökenli olmayan topluluklar için değil, Fenikeliler gibi Ari olmayan toplumların ve onların uzantısı olan Kartaca’nın Afrikalı olarak kabul edildiği için silinip atıldığından söz etmektedir. 
 
Bazı akademisyenlerin Avrupa’nın biricikliğini göstermek için Hıristiyanlığı kullanmalarına karşı çıkan Goody, Hıristiyanlığın benzer mitleri ve metinleri kullanan, benzer değerler ve kuralları kabul eden Batı Asya (Ara Bölge) semavi dinlerinden yanlızca biri olduğuna dikkat çekmektedir. İlk ideologları Yakındoğu’dan veya Kuzey Afrika’dan gelen erken dönem Hıristiyanlık’ta, Avrupa’ya özgü çok az şey vardır.
 
Alışılmış şekilde Batı’nın kültürel alandaki üstünlüğünün tamamen Batı kökenli olduğu yerine, bu oluşumda Doğu’nun büyük bir katkısı olduğunu karşılaştırmalı kaynaklara dayanarak ileri süren Goody’in bu kitabı, belki de büyük tartışmalara yol açmamak için oldukça karmaşık bir dille, akademik bir çalışma uslübu ile kaleme alınmıştır.
 
Bu nedenle, Jack Goody’in kitabını okurken çok zorlandım, bir süre acaba benim anlama kabiliyetimde mi bir gerilik oluşuyor diye sormadan edemedim. Acaba antropoloji konusundaki ilgim ve bilgim de mi bir eksiklik var endişesine kapıldım. Ancak biraz daha zorlanınca birden aklıma geçmişteki bir anım geldi. Son derece güven duyduğum, yazılarını ve kitaplarını büyük bir zevkle okuduğum bir dostumun, yeni yayımlanmış bir kitabını okurken de aynı sorunla karşılaşmıştım. Daha sonra kendisi ile karşılaştığımda bu ne biçim bir kitap senin diğer kitaplarınla benzerliği yok, okurken çok sıkıldım ve bazı cümleleri anlamakta zorlandım dediğimde. O kitap benim doçentlik tezimdi, biraz akademik bir dille yazdım dediğini hatırladım.
 
Hilmi Ziya Ülken 1935 tarihinde yayımladığı “Uyanış Devirlerinde Tercemeni Rolü” isimli kitabında toplumlar arasındaki diyaloğun ve insanlığın gelişmesinde tercümenin ne denli önemli olduğuna dikkat çekmeye çalışır. "Medeniyet sürekli bir yürüyüştür. Her ulus, büyük medeni akışla birleşen ve ona karışan yeni bir sudur. O kendinden bir şeyler getirir; fakat onu büyük akışa katmasını bilmezse hiçbir şey yapmış olmayacaktır. Medeni akışa ayak uydurmak demek ona karıştığı yere kadar bütün fikir mahsullerini tanımak ve onlarla yoğrulmak demektir. Kendi içine kapanmış, başkalarından habersiz ve kendi kendine doğup büyüyen, devresini tamamlayan medeniyetler yoktur. Eski Sümer ve Mısır Yunan'a, Yunan Latin'e ve İslam'a, İslam ve Latin dünyaları Rönesans vasıtasıyla Avrupa medeniyetine ulaşır. Bu sürekli yoldan ayrılan ve ayrı kalan dallar kendi kendine çürüyüp düşmeğe mahkûmdur: Eski Amerika medeniyetleri bundan dolayı yarım kalmış ve yemişlerini vermeden kaybolup gitmiştir”. Zaman zaman okuduğumuz bazı tercümelerin orijinalinden daha güçlü mesajlar içerdiği hissine kapıldığımız olmuştur. Ivar Lissner’in Adli Moran tarafından tercüme edilen “Uygarlık Tarihi”, Walther Kiarlehn’in Hayrullah Örs tarafından tercüme edilen “Demir Melekleri”, Amin Maarouf’un Esin Talu Çelikkan tarafından dilimize kazandırılan “Semerkant” kitabı, Akşit Göktürk’ün hayatıma yön veren Francis Bacon’un “Denemeler”i, hele hele William Shakespeare’in 66. Sonesini dilimize aktaran ve tercüme eden yerine Türkçe söyleyen diye belirten Can Yücel. “Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e” sanırım bu satırları eğer Shakespeare okusa idi, hiç tereddüt etmeden bu deyimi İngiliz diline kazandırmaktan gurur duyardı.
 
Jack Goody’in Tarih Hırsızlığı özellikle Doğu ile Batı arasına sıkışmış Dimitri Kitsikis’in değişiyle Ara Bölge’de yer alan ülkemiz insanı için çok önemli bilgiler ve düşünceler içeriyor. Düşünüp de tasnif edemediğimiz, tüm çabamıza rağmen bir sonuca varamadığımız olayları ve gelişimi anlamamıza yardımcı olabilir. Ancak yeniden elden geçirilip, rahat okunan ve anlaşılan bir Türkçe’ye kavuşması gerekiyor. Bugünkü haliyle okunması ve anlaşılması çok güç.
 
Bu kitabı dilimize kazandıran Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’na teşekkür ederken, tercümenin önemini göz önüne alarak benzer yayınlarında daha özenli olmaları gerektiğine dikkat çekmek isterim.