Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Köşe Yazıları

BOSTANCI OCAĞI

 

Tarih yalnızca hikaye ve efsanelerden oluşmaz. Bir devletin siyasi gücü aynı zamanda onun teşkilatlanma yapısı ile ortaya çıkar. Tarih boyunca görmekteyiz ki zaman zaman çok güçlü siyasi yapılanmalar, büyük fetihler yapmalarına rağmen, bir devlet için gereken yeteri kadar teşkilata sahip olmadıkları veya olamadıkları için kısa süre içinde tarih sahnesinden çekilmişlerdir.

 

Yaklaşık yüzyıl önce, 1913 tarihinde Albert Howe Lybyer Harvard Üniversitesi tarafından yayımlanan “The Govertment of the Ottoman Empire in the time of Suleiman the Magnificent” isimli kitabında XVI. yüzyıldaki Osmanlı Devlet Teşkilatı’nın gücünden bahseder. Seçkin Cılızoğlu tarafından 1987 tarihinde “Kanuni Sultan Süleyman Devrinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Yönetimi” adı ile dilimize çevrilen bu kitapta döneminin en güçlü devletinin teşkilatı incelenmekte ve çağdaş Amerikan okuruna Osmanlı İmparatorluğu’nun yalnızca bir fetih devleti olmayıp, güçlü bir teşkilata sahip olduğunu anlatılmaktadır.

 

Dr. Yılmaz’ın da belirttiği gibi Osmanlı Devlet teşkilatı hakkındaki araştırmalar, siyasi tarih çalışmalarıyla karşılaştırılamıyacak kadar azdır. Orhan Gazi’nin Bursa’daki camisinin kitabesine yazdırdığı “ufukların efendisi” iddiasının gerçekleşmesine yol açan Osmanlı devlet yapısı nasıl oluşmuştur bilmeyiz ve daha da kötüsü de hiç merak etmeyiz.

 

Osmanlı Saray Teşkilatı Enderûn, (iç) ve Bîrûn (dış) olmak üzere iki büyük güç olarak gelişmiştir. Rahmetli Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın 1945 tarihinde Ankara’da basılan “Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı” isimli kitabı üzerinden çok uzun yıllar geçmesine rağmen hala bu konudaki en değerli başvuru kitabı olmaya devam etmektedir. Uzunçarşılı’nın sarayın bîyrun (bîrûn) halkı olarak açıkladığı Bostancı Ocağı’nın gerek imparatorluk gerekse İstanbul için çok özel bir önemi vardır. İmparatorluk yapısı içinde özel görevli olarak yer alan bu ocak mensupları yanlızca İstanbul ve Edirne saraylarına ait bahçe ve bostanların bakım ve düzeni ile görevli olmayıp, aynı zamanda pek çok konuda faaliyet göstermektedirler. Osmanlı devlet teşkilatı ile ilgili araştırmalar için gereken arşiv çalışmaları, bunca yıldır devam eden tasnifler nedeniyle tam anlamı ile gerçekleşmemiştir. Halbuki yüzyıllar boyu devam eden ve bize ait olan bir imparatorluğun devlet yapısından ve teşkilatından alınacak çok dersler ve geleceğe dönük yapılanmalar bulunmaktadır.

 

Dr. Yıldız’ın yalnızca Edirne ve İstanbul’da teşkilatlanan Bostancı Ocağı ile ilgili çalışması bize Bîrûn teşkilatının küçük bir birimi olan bu ocak ile ilgili büyük oranda arşiv vesikalarına dayanan detaylı bilgi vermektedir. Daha XV. yüzyılın ortalarında, İstanbul’daki Yeni Saray’ın (Topkapı Sarayı) inşası ile hayat geçirilen Bostancı Ocağı’nın çalışan sayısının XVI. yüzyılın ikinci yarısında 5.000’i aştığını, XVIII. yüzyılın başlarında ise 2.000 ila 13.000 arasında değiştiğini öğrenmekteyiz. Bunca insanın yalnızca saraya ait bağ ve bostanlarda bahçıvan olarak çalıştığı düşünülemez. Bostancı Ocağı aynı zamanda devşirme yolu ile devlete kazandırılan gayrimüslim çocukların eğitimi için kullanılan bir kurumdur. Bir süre bu ocakta çalışan ve eğitim gören devşirmeler kabiliyetleri ve çalışkanlıklarına göre terfi edip çavuş, kapıcı, müteferrika gibi sınıflara ve süvari veya piyade bölüklerine yükselme imkanına
sahiptirler.

 

Bostancıların görevleri arasında padişahların at veya sandal gibi ulaşım vasıtarıyla seyahate çıkmaları sırasında ona refakat etmek olduğu gibi, bu gezi güzergahlardaki iskele, yol, köprü benzeri yerlerin tamir ve bakımı da bulunmaktadır.

 

XVII. yüzyıldan itibaren kapıkulu askerinin bozulması nedeniyle, saray ve sultana karşı sadakatleri yüksek olan bostancı ocağı mensupları padişah ve devlet idarecileri nezdinde en güvenilir kurum haline gelmiştir (s. 110). İstanbul’da kapı kullarının çıkarttığı isyanlarda alınması gereken tedbirler konusunda padişahların nadiren danıştığı kişilerden biri de bostancıbaşıdır (s.119). Örneğin XVII. yüzyılın en dirayetli padişahı olan Sultan IV. Murad’ın gözde ve güvendiği insanların başında dönemin bostancıbaşısı Duçe Mehmed Ağa gelmektedir. Padişahın gerek şehir içinde gerekse Boğaziçi’nde yaptığı gezilerde yanında bulunurdu. Çoğu padişahın sadrazam dahil tüm devlet adamlarından habersiz yaptığı tebdil-i kıyafet gezilerde yanında yalnızca bostancıbaşılar ile birkaç bostancı olmaktadır.

 

Bir çok uğraş ve sorumluluklarının yanı sıra Bostancı Ocağı’nın bir görevi de İstanbul’un, Üsküdar, Haliç, Boğaziçi, Kadıköy, Adalar ve Yeşilköy gibi semtlerinde asayiş ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olması idi. 13 Temmuz 1811 tarihinde Üsküdar bölgesindeki güvenliği sağlama konusunda dönemin bostancıbaşısı Abdullah Ağa’nın “Kaptan Paşa hazretleri, Sekbanbaşı Ağa ve ben, üçümüz bir vucüd gibiyiz” sözü bostancıbaşıların ve bostancı ocağının gücünü göstermesi açısından dikkat çekicidir (s.112). Bu görevleri nedeniyle anılan semtlerde çok sayıda Bostancı Kışlası bulunmaktadır. Bostancıbaşı yetki alanı içinde Padişahın vekili gibi karar vermekte, idam cezasına karar verecek kadar “hakim-i mutlak” davranabilmekte idi (s. 127). Bostancı Ocağı aynı zamanda yurt dışına ihracı yasak olan ürünlerin, özellikle de buğdayın kaçak yollardan satışını önlemek içinde kontrol görevi yapmaktadır.

 

Yeniçeri teşkilatının zayıflamaya başlaması ile birlikte savaş seferlerine de katılma, kalelerin muhafazası gibi görevler de üstlenen bostancılar, aynı zamanda devlete ait bazı vergi ve malların tahsilinde de görev yapmaktadırlar.

 

Bostancı Ocağı’ndan terfi ederek mirahur, kapıcıbaşı, kaymakam, sancak beyi, beylerbeyi, vezir mertebesine yükselen pek çok ocaklının yanı sıra Deli Ferhad Ağa, Hüseyin Ağa, Hezargıradî Ahmed Ağa, Cezayirli Mehmed Ağa’nın yeniçeri ağası, Derviş Ağa, Cafer Ohri, Recep Ağa, Voynuk Ahmed Paşa, Hacı Mehmed Paşa, İsmail Ağa’nın kaptanıderya, Derviş Paşa, Ohrili Hüseyin Paşa, Topal Receb Paşa, Hacı Halil Paşa, Osman Paşa, Moldavancı Ali Paşa, İsmail Paşa, Abdullah Paşa, İbrahim Hilmi Paşa gibi kişilerin bir dönem sadrazam olarak imparatorluğa hizmet ettikleri de kayıtlıdır (s. 263-287).

 

Bostancı Ocağı mensuplarının İstanbul için yaptıkları hizmetler arasında XVIII. yüzyıl sonları ile XIX. yüzyıl başlarına ait bir dizi çalışma unutulmaması gereken önemli bir belgedir. Bostancıbaşı Defterleri olarak anılan bu kayıtlarda İstanbul’u çevreleyen kıyı boyunca yer alan yapıların kimlere ait olduğu yazılıdır. Muhtemelen padişahların sandal ile gezileri sırasında bilgi vermek amacıyla tutulan bu defterler, aynı zamanda kıyı boyu oturanların ayrıntılı bilgilerini de da içermektedir. Tapu kayıtları dışında günümüzde yalnızca Boğaziçi’nin iki sahilini kapsıyan tek bir çalışma yapıldığını hatırladığımız taktirde Bostancı Defterleri’nin önemi kavranabilir. Yalnızca bu defterler bile Bostancı Ocağı’nın unutulmaması gereken örgütlenme yeteneğine bir örnek teşkil etmektedir.

 

Dr. Murat Yıldız’ı, uzun bir dönem görmezden gelinen Bostancı Ocağı için yaptığı bu araştırma, yoğun arşiv çalışması ve bunca belgeyi derli toplu bir şekilde, bir bütün halinde bize sunduğu Bostancı Ocağı isimli, tarihe meraklı herkesin okuması gereken kitabı için kutlar, benzer çalışmalarını da beklediğimizi söylemek isterim.