Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

RESTORASYON İNSAN İÇİNDİR

Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı [TAÇ Vakfı], Türkiye’nin ve Anadolu uygarlığının kültür sanat varlıklarını ve mimari mirasını korumayı, bu değerlerin geçmişle gelecek arasında kültürel bir bağ dokusu şeklinde devamlılığını sağlamayı amaçlayan bir kuruluş. Türkiye’de restorasyon ve mimarlık alanında özverili çalışmalarıyla ve kültür hayatına desteğiyle tanınan Taç Vakfı Başkanı Dr. M. Sinan Genim’le, bu amaca ulaşmak için neler yapılması gerektiğini konuştuk. Mimar Dr. M. Sinan Genim, kültür varlıklarını korumada asıl gerekli olanın bilinç ve düşünce olduğunu vurguluyor. Taç Vakfı’nın kuruluşunda bu düşünceyle yola çıkan Genim, yolculuğunu bize şu şekilde anlatıyor:

"TAÇ Vakfı, korunması gerekli kültür varlıkları için inançlı insanlarla çaba gösteren bir sivil toplum örgütü. TAÇ Vakfı’nın kurulduğu sırada böyle bir kuruma gerçekten ihtiyaç vardı. Taşınır ve taşınmaz korunması gerekli kültür varlıkları Türkiye’nin öncelikler listesinde bugünkünden daha önemli bir noktadaydı. Türkiye’nin zenginleşmesine paralel olarak bu konum daha gerilere düştü. Korunması gerekli kültür varlıkları, gerçek bir sermayedir. Sermaye sadece nakit para değildir. Bunlar, ne yazık ki Türk insanının zenginleşmesi için kullanılamadı. Bu bilinç yaratılamadı. Türk insanının yalnızca vergilerinden doğacak kaynaklarla kültür varlıklarının korunması mümkün değil..."

Mimarlık insanın mutluluğu içindir...

Mimarlığın insanın mutluluğunu hedeflediğini ifade eden Sinan Genim, bu düşünce esas alındığında restorasyon, kültür varlıklarının korunması gibi sorunların da kendiliğinden çözüleceğine inanıyor. İnsanı görmezden gelen üretimin olamayacağının altını çizen Genim, sözlerini şu şekilde sürdürüyor:
"Yeni yapılan binalar insanın yüreğine hoş duygular verme, seyirlik olma kültüründen yoksun. İçleri güzel, dışları çirkin. Mimari bir anlamda da seyirliktir. Mimari Arapça kökten gelir, "şenlendirici" demektir. İnsanları, bulunduğu toplumu şenlendiren, bayındırlaşmasına yardım eden… İnsanı eğer mutlu edemiyorsa, korunması gerekli kültür varlığı olsa ne olur, olmasa ne olur. Önemli olan insandır... Onu görmezden gelen bir üretim yapılamaz. En katı ideolojiler bile buna dayanamamıştır. "Gelecek, kişiyi mutlu edenlere aittir" diye bir söz var. Dikkat edin, toplumu değil. Çünkü toplum kişilerden meydana gelir. Zordur ama memnuniyet seviyesi yükseltilebilir. Eğer bunu yaparsak Türkiye’de korunması gerekli kültür varlıkları diye bir sorun kalmaz.

Türkiye’de korunması gereken eserlerin ya görmezden gelindiğini ya da Türkiye’nin zenginleşmesine mani olarak görüldüğünü belirten Genim, konuya sosyolojik bir bakış açışı getiriyor. Bir ören yerinin çevreye gelir getirecek şekilde değerlendirilebileceğini ileri süren Genim, "Lokantalar, satış mağazaları… Sponsorları teşvik edecek akla hayale gelebilecek her şey yapılabilir. Böyle şeyler zenginleştirir insanları. Bütün bunların varoluş nedeni insandır. Kültür de insanın ürettiği bir şeydir. Bunları yapan insanlar, bu eserlerden bir zamanlar yararlandılar. Bugünkü insanlar neden yararlanmasın? Fakat bu, öncelikler sırasında geriye düşmüştür. Zenginleşmek utanılacak bir şey değildir. Devlet insanları daha kötü bir yaşam seviyesine mahkûm edemez" diye konuşuyor.

Tarihi korumak için bilgi ve uzlaşma gerekli...

"Herkes bağırıyor, Hasankeyf yapılmasın diye. Ama Hasankeyf yapılırsa, çok güzel bir baraj olacak, bütün bölge zenginleşecek. Bir uzlaşma kültürü geliştirilemez mi?" diyen M. Sinan Genim, Türkiye’nin uzlaşma ihtiyacına işaret ediyor. Tarihi ve kültürel eserleri korumanın yalnızca kanuni düzenlemelerle olamayacağını, bunun için ciddi bir bilgi birikimi, uzlaşma kültürü gerektiğini ifade eden Genim, konuşmasını tarihten referanslar vererek sürdürüyor: "Uzlaşmak için bilgi gerekir. Eğer herkes aynı şeyi düşünüyorsa orada da bir yanlışlık vardır; hiç kimse bir şey düşünmüyor demektir. Uzlaşma kültürü içinde düşünceler birleştirilir ve bu zenginlikten senaryolar, yöntemler geliştirilir. Bunlar arasında yanlışlar da yapılabilir. Ama her şeyi doğru yapacağız diye hiçbir şey yapmamak aptallıktır. Geçmişte yetiştirdiğimiz büyük usta mimarlar uzlaşmacı insanlardı. Çünkü onlar bilgi sahibiydiler. Yapılanları gözlemiş; emek vererek bilgi sahibi olmuşlardır. Sonsuz meraka ve heyecana sahiptiler; Anadolu’yu dolaşmışlardı. İmparatorluğun yetiştirdiği bu insanlar, asla popülarist olmadılar. Her şeyden önce de ülkelerini seven, bilgiye değer veren insanlardı. İyi okurlardı, insanlarla münasebetlerini eleştiri ve kavga üzerine kurmazlardı."

Mimarın kendisine ait bir felsefesi yoksa mimarlık yapamaz...

Türkiye’nin mimarlıktaki birikimi hakkında değerlendirmelerde bulunan M. Sinan Genim, Mimarinin ülkemizde evrensel boyuta geçememesinin nedeni, bu işi yapan insanların bir felsefe geliştirememiş olmalarıdır. Mimarın kendisine ait bir felsefesi yoksa mimarlık yapamaz. Yabancı mimarlık yayınlarına baktığım zaman çok üzülüyorum. Bizim onlardan hiçbir eksiğimiz yok” diyor. Bu konudaki en büyük engelin ise bürokrasi ve herkesin aynı şekilde düşünmesini isteyen zihniyet olduğunu ileri sürüyor.

Oysa Türkiye’nin bugün dünyanın on yedinci güçlü ekonomisi olduğunu ve daha da güçlenebileceğini söyleyen mimar, bunun ancak “çalışmak, becerileri geliştirmek ve düşünmek sayesinde” olabileceğini vurguluyor. Genim’in bu konudaki değerlendirmeleri şöyle:

"Aklımızı başımıza toplayalım. Evrensel boyutta bir toplum, bir ırkız. Fakir fukara edebiyatı yapmakla bir yere gelmek mümkün değil. Toplum olarak çok çalışmamız ve düşünmemiz lazım. Bütün bu işler artı değerin büyümesine bağlıdır. Bizde eksik olan evrensel düşünceye uyum. Herkes diyor ki, aydınlanma çağını, Rönesans’ı geçirmedik. Peki, biz de geçirelim. Bundan öteye hazırlık yaparsak 50-100 sene sonra geçirebiliriz. Onlar Rönesans’ı geçirmek için 1100’lerden itibaren çalıştılar. Çalışmak, becerileri geliştirmek ve düşünmek sayesinde oldu bütün bunlar... Ama gerçekten özgür düşünceyle... Şimdi yine düşünceye geliyoruz. Diğer tarafta her şey şekli kalıyor. Binlerce yıldır insanlar bu topraklarda kültür üretmişler. 80 yıllık Cumhuriyet’in evrensel boyutta bir mimarlık yapısı var mı mesela? Beğeni değişebiliyor. Bundan 100 yıl sonra beğeni ne olacak bilmiyoruz.

Batı kültürünün, sanatının, mimarisinin, felsefesinin temelini İncil oluşturur. Doğu sanatının, İslamiyet’ten sonra büyük oranda İslami sanatın temelini ise Kur’an-ı Kerim oluşturur. Kutsal kitap çok önemlidir, insanları şekillendirir. Biz bugün kutsal kitaptan bir şey yaratmak istesek, kutsal kitabı bilmiyoruz ki yapalım. Kalkıyoruz İncil’den esinlenerek bir şeyler “yapanları kopyalıyoruz”. Ama İncil’i de bilmiyoruz. O zaman altımız sığ kalıyor. Yani sığ suya balıklama atlamaya çalışıyoruz ve kafamızı durmaksızın taşlara vuruyoruz.

İnsanlar inançsız kaldıkları takdirde, köksüz kalırlar ve insan köksüz yaşayamaz, kaybolur. Çünkü hepimizin içinde ölüm korkusu var. Bu yüzden piramitler yapıldı. İnsan doğası gereği geleceğe kalıcı bir şeyler bırakmak ister. Her sanat dalında bu önemli. Ama mimarlıkta çok daha önemli. 100 yıl sonra bir sanatçı var olabiliyor ve eserleri bir değer ihtiva ediyorsa o zaman o gerçekten evrensel boyuta geçebilmiş demektir. İşte sadece onun sonsuza kadar yaşamaya hakkı var.

Maket yapmakla, proje çizmekle mimarlık olmaz. El becerisi ve akli beceri aynı oranda önemlidir. Mimar olmak için öyle mekânlar yapacaksın ki 100 yıl, 1000 yıl sonra da var olabilecek, ayakta kalabilecek gücü olacak. Süleymaniye Camii veya Sultanahmet Camii gibi, Topkapı Sarayı gibi...”

İstanbul Avrupa’nın gerçek kültür başkenti...

M. Sinan Genim’in İstanbul’un 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmasına ilişkin düşünceleri ise bunun ancak reklam, tanıtım unsuru olabileceği yönünde. İstanbul’un Roma ile birlikte Avrupa’nın gerçek kültür başkentleri olduğunu söyleyen Genim, "İnsanlar eski İstanbul’u ve İstanbul’un nasıl şekillendirildiğini bilmiyorlar" diyor. Sinan Genim, kentin düzenlenmesine ilişkin şu değerlendirmelerde bulunuyor:

"İstanbul’un nüfusu şiddetle artıyor. İstanbul lineer olarak Marmara kıyısında bir hat. Bütün nüfus aşağıda; tren yolu sahile paralel, E-5 sahile paralel, E-6 ona paralel. Şimdi bunu ayırmak, yeni merkezler yaratmak lazım. Bu merkezler Bahçeşehir gibi "uyku merkezleri" olmamalı. Bütün bankalar Maslak hattına yığıldılar. Mesela, bir bankacılık üssü yapılabilir. Çatalca’ya 100.000-150.000 kişilik bir şehir inşa edilebilir. Buradaki tarım alanlarını koruyacağız demek Türkiye’nin merkezi konumundaki İstanbul’da abestir. Çünkü büyük bir şehrin varoşunda, hemen yakınında ayçiçeği yetiştirerek insanların hayatını sürdürmesi mümkün değildir. Kaçınılmaz olarak bu alanlar kaçak inşaata açılacaktır. Bunun yerine tarım yapılacak bir alan ayrılır; yapılamayacak, daha düşük kaliteli alanları da bir an evvel 1/10 000, 1/25 000 bazında bu işe tahsis edip, önderlik yapmak lazımdır."

M. Sinan Genim, İstanbul’un 2010’a ilişkin hazırlıklar çerçevesinde restorasyon projeleri olup olmadığı sorumuzu, belediyenin bu yönde ihaleler yaptığı, fakat bu tip restorasyonların dünyada ihalelerle, talimatlarla olmadığı şeklinde yanıtlıyor. Bu tür restorasyon projelerinin, yıllarca o bölgede çalışmış ve belli bir düzeye erişmiş insanların davet edilmesiyle gerçekleştirilebileceğini belirterek, "Restorasyonlar, ihale kanunu ile olmaz, olmamalıdır. Belediye Başkanı "işleri almıyorlar" diye şikâyet ediyor. Kendileri teklif getirirse ve şartlarımızı kabul ederlerse bu görevi seve seve üstlenecek mimarlarımız vardır" değerlendirmesinde bulunuyor.

Bürosunda restitüsyon denemeleri yaptığını söyleyen Genim, Antalya’daki Üçkapılar, Antalya Arkeoloji Müzesi için yaptığı denemelerini örnek gösteriyor, "Bu çalışmalar için ücret talep etmedim, edemem de. İstanbul için de benzeri çalışmalar yapmak isterim. Çünkü bana intikal eden artı değerin bir bölümünü toplumun faydasına sunmak, düşüncelerimi gerçekleştirmek imkânı bulmak isterim" diye konuşuyor.

M. Sinan Genim’e restorasyon işlerinde sponsor desteği alıp almadığını soruyoruz, "Benim öyle bir talebim olmaz. Mal sahibinin çabası, uğraşısıdır bu. Ama devlete yaptığım işleri her zaman hediye etmişimdir, hiçbir zaman bir talebim olmamıştır. Çünkü bürokrasiyle ne uğraşırım, ne de uğraşıp onu sıkıntıya sokarım" diye yanıt veriyor.