Site Tasarım: Savaş Çekiç Uygulama: İkipixel

Bu sitede bulunan resimler ve dökümanlar M. Sinan Genim'e aittir ve izinsiz kullanılamazlar. Ancak gerekli izin alındıktan sonra ve kaynak gösterilmek kaydıyla kullanılabilir.

Yayımlar / Bildiriler

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE KARAKÖY "CITE”DEN “CENTER"A FRANSIZ GEÇİDİ

Geçtiğimiz şubat ayı içinde Karaköy’deki tarihi Fransız Geçidi ve Fransız Hanı, Karaköy Electronic Center 2000 adı altında çağdaş ve dinamik bir mimari tarzı ile hizmete açıldı. İlk üç katına çağdaş bir restorasyon anlayışının hakim olduğu, modern mimariyle tarihi dokunun sentezinden oluşan Karaköy Electronic Center 2000’de elektronik ürün ve hizmete yönelik tüm çağdaş gereksinimleri karşılayacak 118 dükkân ve büro yer alıyor. Yapıyı ve tarihçesini, mimari projeleri gerçekleştiren Y. Mimar M. Sinan Genim’in kaleminden sunuyoruz.

Günümüzde Beyoğlu’nun küçük bir parçasını oluşturan Galata, Tophane, Azapkapı ve Galata Kulesi’nin arasında kalan bölgenin adıdır. İstanbul’un yerleşim tarihi kadar eski olan bu yerleşim bölgesinin hangi tarihte iskân edilmeye başlandığını ne yazık ki bilmiyoruz. İlk çağın sonlarında Haliç’in kuzeyinde Sykai [Sycae: İncirlik] adı ile anılan bir kaçak yerleşim bölgesinin etrafı 1. Constantin [324-337] tarafından bir sur ile çevrilir. 2. Theodosius [408-450] devrinde Sykai’de bölgelere [Regio] ayrılan İstanbul’un şehir sınırları içine alınıp XIII. Regio olarak adlandırılır.

XIII. Regio içinde kilise, forum, hamamlar, tiyatro, liman tesisleri ve 431 büyük ev vardır. Eski Grek dilinde Peran en Sykais [karşı yakada Sykai] olarak ta adlandırılan bölgenin daha geniş bir kesimi daha sonraları yalnızca Pera / Beyoğlu olarak isimlendirilecektir.

Galata’nın, İstanbul’dan biraz daha özerk bir yerleşim bölgesine dönüşmesi Latin İstilası sonrası [1261’den sonra] Cenevizlilerin buraya yoğun olarak yerleşmesi ile başlar. Artık, Galata her ne kadar XIII. Bölge olarak adlandırılıyorsa da, İstanbul’un dolayısıyla Bizans Devleti’nin kısmen özerk, ticari yoğunluklu bir yerleşim birimidir. Bu özellik bizim, İstanbul’u fethimize kadar sürer. Cenevizliler tıpkı Latin istilası sırasında yaptıkları gibi, fetih sırasında da tipik bir tüccar toplumu gibi her iki tarafa da hoş görünüp tarafsız kalınca, Osmanlı İmparatorluğu döneminde de uzun süre bağımsız bir yerleşim birimi gibi hareket ederler. Bu nedenle 1960’lara kadar İstanbul’a karşın Galata ve Beyoğlu daha batı görünüşlüdür. Batı kökenli Hıristiyan nüfusun [özellikle Katolik ve Protestan] yoğunluğu, Batı kültürünün bu ilk temas noktasındaki günlük hayat ve mimari anlayış ile kendini gösterir.

Sirkeci, Eminönü ve Unkapanı kıyısının Anadolu ve doğu limanları ile Karaköy ve Galata limanlarının ise Batı ile bağlantıları vardır. Batıdan gelenler, genellikle ilk olarak Galata’da kıyıya çıkarlar, elçilikler [İran hariç] Batı kökenli ticari şirketler hep bu bölgeye yerleşmişlerdir. Galata kıyılarında bazı batılı şirketlerin kendilerine özel iskeleler yaptıklarını, kıyıda kendi depolama tesislerinin bulunduğunu, suriçinde bulunan yerleşim birimleriyle, bağlantılı özel kapılarının olduğunu birçok yazılı kaynak belirtir [İstanbul Tarihi ile ilgili en önemli belgelerden biri olan İnciciyan, Bizans devrinde Haliç girişini kapatan zincirin bu kapıya [Kireç Kapı] bağlandığını söyler. Bkz. İnciciyan 1976: 83]. 

Galata surları çevresinde çeşitli adlar ile anılan yirmiye yakın kapı vardır [Eyice 1969; Arseven 1989]. İşte bu kapılardan Tophane’ye yakın biri "Kireç Kapı" ile kıyı arasında bugünkü Karaköy Karakolu’nun [Voyvoda Karakolu] yanında 1860 yılında Fransız Geçidi / Cite Français yapılır.

Peki niçin Fransız Geçidi? Galata sur içinin bu bölgesinde Fransız tüccarlarının evlerinin bulunduğunu ve her Çarşamba günü bu çevrede Pazar kurulduğunu Carbognano yazıyor [Carbognano 1993]. Kıyıya çıkarılan ticari malların Fransız ticaret bölgesine taşınması için kullanılması yapının belki de Fransız Geçidi adıyla anılmasına yol açtı. Osmanlı başkentine ve imparatorluğun öteki iskelelerine Fransız tüccarların yerleşmesi XVII. yüzyılın ikinci yarısında pek yoğun değilse de, Marsilya Ticaret Odası’nın bu noktaya dikkatini çekecek ve Fransız Devleti’nden bu konuda kurallar koymasını isteyecek kadar güçlüdür. Özellikle 1685 yılı Eylül ayında kurulan Fransız "Akdeniz Ticaret Kumpanyası"nın desteği ve politik gelişmeler sonucu bu yerleşme hızı artar ve Türk / Fransız yakınlaşması Venediklilerin silinmesine, İngiliz ve Hollandalıların gerilemesine yol açar [Mantran 1986: II. 161-162].

İlk gördüğümde, sanırım 1965 yılları idi, Fransız Geçidi aradan yüzyirmi yılın yıpratıcı etkileri sonunda harap olmuştu, yenilenmesi ve değişen mimari anlayışına uygun olarak yeniden fonksiyone edilmesi gerekiyordu.

Neoklasik mimarinin şehrimizde erken örneklerinden biri olan yapı, yükselen yol ve zeminde meydana gelen oturmalar nedeni ile Rıhtım Caddesi’nin yaklaşık yüzelli santimetre altında kalmış, sık sık sahip değiştirmesinin getirdiği bakımsızlık ve kötü kullanım nedeni ile kısmen terk edilmiş ve köhneleşmiş bir halde iken bu kere 1978 yılında yapıyı yenileme konusunda bir teklif aldık. 14.7.1978 gün ve 10631 sayılı Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Kararı ile Fransız Geçidi "Korunması gerekli Sivil Mimarlık örneği olarak tescil edildi." Hemen rölöveleri hazırlamaya başladık. 12.5.1979 gün ve 11160 sayılı karar ile rölövelerimiz onaylandı, Yenileme Projelerini hazırladık ve belki de ilk örnek olarak 11.9.1982 gün ve 15131 sayılı karar ile yenileme projelerimiz onaylandı.

1982’den 1992’ye kadar geçen on yıl boyunca çeşitli bürokratik engeller aşılmış, finans kaynakları sağlanmış ve nihayet 1992 yılında söküm işlemlerine başlanarak, zemin takviyesine geçilmiştir, yapının bu yeniden yapımı sırasında bir yıl süresince otuzbeş metre derinliğe kadar inen 112 adet betonarme kazık çakılmıştır [İTÜ’since yapılan zemin sondajları sırasında yirmibeş metre derinlikte bitkisel madde kalıntılarına [zeytin çekirdekleri gibi] rastlanmış, zeminin geçmişte yamaçlardan akan döküntülerle oluştuğu ve denize doğru bir kayma ve çökme olduğu tespit edilmiştir].

Yenileme çalışmaları sırasında eski yapıya ait demir döküm kapılar, pencere ve balkon korkulukları eskileri tamamlanarak ve temizlenerek yeniden kullanılmış, yapının tahrip olan bölümleri orijinal örneklere uygun olarak yenilenmiş, gelişen ve değişen iç mekân anlayışı ise yeni planlamanın temelini oluşturmuştur. Mer’i İmar Planı’na göre 4 kat [h:12,50 m] olarak belirlenen ve Mumhane Caddesi boyunca uzanan 26 parseldeki yapı kütlesi ve yüksekliği aynen korunmuş, Rıhtım Caddesi’nden yüz alan 3 nolu parseldeki iki blok ise mer’i imar planına uygun olarak eklenen üç kat ile birleştirilmiştir. Yeni oluşan katlar ile orijinal yapı kesin çizgilerle, malzeme ve mimari olarak tamamen farklı bir devir üslubu ile projelendirilmiş ve uygulanmıştır. 14,00 m²’den, 40,00 m²’ye kadar değişen 60 adet dükkân, ortalama 200,00 m² büyüklüğünde 60 adet bürodan meydana gelen bugünkü yapı Karaköy’ün bu bölgesine uzun zamandır arzulanan bir canlılığın gelmesine yol açmış, hemen yanındaki Voyvoda Karakolu, karşısında yer alan Denizcilik İşletmesi binaları ve yakınındaki Veli Alemdar Han’ın tamir edilmesine ve boyanmasına neden olmuştur.

Geçmiş yüzyılların ve bu yüzyılın uzunca bir süresinde [uçakla ulaşımın yoğunlaştığı son dönem hariç] deniz yolu ile ulaşım rağbettedir. İstanbul’a deniz yolu ile gelen gezginlerin hemen hepsi Marmara’dan şehrin görünüşünü inanılmaz bir güzellik olarak ifade ederler. Kubbeleri altın alemli camiler, gökyüzüne uzanan ve pırıl pırıl parlayan yüzlerce minare, kapkara selviler ve yemyeşil çınarlar. Bugün bu görüntü büyük ölçüde bir taş denizine dönüşse de yine Topkapı Sarayı / Gülhane Parkı ile İstanbul yarımadasının en uç noktası yeşildir. Marmara ve Boğaz’a hakim konumdaki İmparatorluk Sarayı olanca görkemi ile bizi büyüler. Karaya ayak basılan ilk nokta; Karaköy ise Galata Kulesi ile bu bitmez, tükenmez görülen yapı deniz içinde ayrı bir özelliğe sahiptir. Ancak, karaya ayak bastığınızda köhneleşmiş bir yapı stoku ile karşılaşırsınız, bakımsız ve reklamlarla görünmez olmuş yapılar, sokak dolusu seyyar satıcı, İstanbul’a layık olmadığı bir aşağılanmayla bakılmasına yol açar. Unutulmamalıdır ki, bir ülke hakkındaki ilk imaj oldukça kalıcıdır ve kolay kolay değiştirilemez.

Özellikle nostaljik deniz turizminin rağbette olduğu günümüzde ve Birleşik Devletler Topluluğu ülkeleri ile artmakta olan deniz trafiği gerçeğinde, ülkemizin bu ilk görüntü veren bölgesinin yenilenmesi kaçınılmazdır. Giderek yorulan ve eskiyen Karaköy’ün bu bölgesindeki mevcut yapılara karşın yeniden hayat bulan Fransız Geçidi’nin aydınlık, güleryüzlü, çevreyi teşvik edici ve harekete geçirici olmasını düşledik.

Mimarlar yalnızca yapı yapmazlar, yaptıkları ile mensubu oldukları topluma sevgi, mutluluk, övünç ve moral kazandırırlar. Toplum olarak gündelik olaylarla yeteri kadar içimiz kararıyor, nedense hepimizi bir karamsarlık sardı. İsterdik ki, Eski Galata surları üzerinde yükselen bu yapı bize gülümseyerek baksın, ikinci kere yaşam bulmasını coşkuyla kutlasın, içimizi ısıtsın ve bizler, bölgede yaşayanlar, hayatta yalnızca üzülecek değil, sevinecek pek çok nedenimiz olduğunu görelim.

Karaköy ve çevremizdeki tüm yapılara Fransız Geçidi gibi bir gelecek dileğiyle...

KAYNAKÇA

Arseven 1989
Celal Esat Arseven, Eski Galata ve Binaları, İstanbul 1989

Carbognano 1993
C. C. Carbognano, XVIII. Yüzyıl Sonunda İstanbul, İstanbul 1993

Eyice 1969
Semavi Eyice, Galata Kulesi, İstanbul 1969

İnciciyan 1976
P. Ğugas İnciciyan [Çev. Hrand D. Andreasyan], 18. Yüzyılda İstanbul, İstanbul 1976, 2. Baskı

Mantran 1986
Robert Mantran, XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, II, Ankara 1986